Mehmet Şeker: PKK’nın emmisi ABD

Mehmet Şeker: PKK’nın emmisi ABD

DEAŞ’lıları tıktıkları cezaevini de boşalttılar kaçarken. Nasıl düşmanlıksa&h

AB fosil yakıt fonlamasını durduracak
Türkiye'nin uçak gemisi var mı?
Iraqi govt powerless to stop protests as unrest intensifies

DEAŞ’lıları tıktıkları cezaevini de boşalttılar kaçarken. Nasıl düşmanlıksa…

Biri aşırı dinci geçinen ve kafa kesmesiyle nam salan örgüt, diğeri dinsiz imansız PKK.

Dinsiz deyince Marksist, imansız deyince Leninist anlayın.

Güya bir süre önce bunlar birbiriyle çatışıyordu.

Bir terör örgütünü yok etmek için, diğer terör örgütüne destek veren ABD TIR’lar dolusu silah ve cephane göndermişti.

Üç beş tane değil, tam otuz bin TIR.

Bu nasıl yok etmedir, nasıl çatışmadır?

PKK’lılar bakmış ki pabuç pahalı, Mehmetçik tozu dumana katarak geliyor, çareyi kaçmakta bulmuş.

Kendileri kaçarken, DEAŞ’lıların olduğu cezaevinin kapısını da açmışlar.

Çoğunluğu Batı ülkelerinden gelmiş olan DEAŞ’lılardan bir kişi bile kalmamış cezaevinde.

Bir not bile bırakmadan kaçmış hepsi.

PKK’lılar kapıları açmakla yetinmemiş, DEAŞ’lıların ceplerine para da koymuşlar.

Ne muhabbet!

Bu bilgi, istihbarat kaynaklı. Açıklayan, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu.

*

Ne gariptir, hiç şaşırtıcı gelmedi bize.

Nasıl olur diye hayrete düşen bir kişi bile görmedik.

PKK, DEAŞ, FETÖ…

Bunlardan herhangi biri, bazen diğeriyle çatışıyor gibi görünebilir.

Biliriz ki senaryo öyle yazılmıştır, rolünü ona göre oynar.

Esasen hiç birinin diğerinden farkı yoktur.

Bu üçlüden herhangi biri, oyunun bir yerinde, senaryo gereği bir diğerini hapse tıkmış olsa, iş ciddiye bindiği zaman, cezaevinin kapılarını açar, hepsini serbest bırakır.

Zaman içinde birbirine ölümüne destek olduklarını gördük.

Kırk yıldır bitmeyen, kökü korumayan PKK’nın nasıl gizli kapaklı desteklendiğini de artık cümle âlem biliyor.

Perdenin arkasında, ipleri tutan el, hangisinin ne zaman nasıl bir rol oynamasını istediyse, öyle oynadılar ve seyredenlerin karşısında, iplere göre hareket ettiler.

Ne zaman ki ışık ipleri tutan elin sahibini de aydınlattı, o andan itibaren herkes manzaranın bütününe şahitlik etti.

*

Otuz bin TIR konusu geçiştirilecek gibi değil.

Söylerken yazarken kolay da ne kadar fazla olduğunu anlamak için biraz düşünmek yeter.

Hepsi bir defada gitmedi tabii.

Belli ya da belirsiz aralıklarla defalarca sefer yaptılar.

Eğer öyle olsaydı, araya başka bir araç almadan peş peşe dizilselerdi, konvoy buradan Paris’e kadar uzanırdı.

Bir de taşıdığı yükleri düşünelim.

Bir TIR’ın kırk ton yük taşıma kapasitesi olduğuna göre, hesaplaması zor olmasa gerek.

O yüklerin çoğunlukla silah ve cephane oluşu gerçekten dehşet verici.

O silahların Türkiye’ye karşı, Mehmetçiklere karşı, bazen de sivillere karşı, altı aylık dokuz aylık bebeklere, küçücük çocuklara karşı kullanılacağını düşünelim ve bunların kimler tarafından gönderildiğini hatırlayalım.

*

Seneler boyunca onlar gönderdi, biz saydık.

Beş bin etti, on bin etti, yirmi bini de aştık, otuz bine geldik.

Neredeyse her gün ikaz ettik.

Yanlış yaptıklarını bıkmadan usanmadan söyledik.

Neticenin iyi olmayacağını hatırlattık.

Güvenli bölge konusunu daha ilk günden itibaren dillendirdik.

Beraber yapmayacaksak, tek başımıza bu işin üstesinden geleceğimizi anlattık.

Nihayet tahminlerimiz tuttu, onlar geri durmayı tercih ettiler ve iş başa düştü.

Şimdiyse yaptırım uygulamaktan bahsediyorlar.

Arabuluculuk teklifinde bulunuyorlar. Terör örgütüyle pazarlık yapacağımızı sanıyorlar.

Türkiye’yi hiç tanımadıkları belli.

ABD Başkan Yardımcısı geldi. Ne söyleyecekse, söylenenlerin ne kadarını anlayacaksa artık…

Pense miydi, İngiliz anahtarı mıydı neydi adı, ona şunu diyeceğiz: “ABD, PKK’nın banisi, temsilcisi, vekili, emmisi olmaktan vazgeçmedikçe anlaşamayız.” Anlayabilir mi?