Lübnan kabinesi, günlerdir sokaklarda gösteri düzenleyen protestocuların taleplerine cevap olarak, bir dizi reform aç&
Lübnan kabinesi, günlerdir sokaklarda gösteri düzenleyen protestocuların taleplerine cevap olarak, bir dizi reform açıkladı. Başbakan Saad Hariri’nin televizyonlar tarafından canlı yayınlanan basın toplantısıyla duyurduğu reformlar devlet yöneticilerinin, yüksek bürokratların ve milletvekillerinin maaşlarının yarıya düşürülmesi, 2020 bütçesinde yeni vergilerin yer almaması, enformasyon bakanlığının lağvedilmesi, ülkenin fakir kesimlerine kredi verilmesi ve inşaat sektörüne ekonomik destek gibi kalemler içeriyordu. Hariri, yaptıkları düzenlemelerin, Lübnan tarihinde hiçbir hükümet tarafından ortaya konamadığını gururla ifade ederken, reform paketini “ekonomik devrim” olarak tanımladı.
Beyrut, Trablus ve Sayda başta olmak üzere Lübnan’ın bütün şehirlerinde sokakları dolduran protestocular, ülkenin tüm kesimlerini içine alıyor. Bu anlamda, gösterileri tek bir kesime mal etmek mümkün değil. Tam da bu nedenle, protestocuların talepleri birbiriyle çatışır ve çelişir durumda. Örneğin, gösterileri dünyaya duyuran etkili sosyal medya hesaplarında, ulaşılmak istenen hedefler şöyle sıralanıyordu: “Dinin politikadan tamamen ayrılması, seküler bir devlet, mezhepçi yapının yok edilmesi, vatandaşlık ortak paydasında yeni bir devlet inşası, kadın hakları, LGBT hakları, vergilerin düşürülmesi, 24 saat kesintisiz elektrik, temiz su, çöp dağlarının yok edilmesi, ayrımcılığın sona ermesi, fakirliğin bitirilmesi…”
18 ayrı din ve mezhebin sıkış-tepiş yaşadığı, yıkıcı bir iç savaş (1975-1990) tecrübesine sahip Lübnan’da tüm bu taleplerin hepsinin aynı anda karşılanması elbette imkânsız. Sadece Lübnan’da değil, herhangi bir Ortadoğu (ve belki dünya) ülkesinde de. Göstericiler de aslında bunun farkında olmalılar ki, sokaklardan yansıyan görüntüler karnaval havasını andırıyordu.
***
Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasının ardından Fransız mandası altına giren Lübnan, bağımsızlığına ancak 1943’te kavuşabildi. O dönemde Mârûnî Katolik lider Bişara Hûrî ile Sünnî politikacı Riyâd Bey Sulh’un vardıkları mutabakat gereği, Lübnan cumhurbaşkanlarının Mârûnî Hıristiyan, başbakanların Sünnî Müslüman, meclis başkanlarının da Şiî Müslüman olmasına karar verildi. Bu bölüştürmede, 1932’de Fransızların yaptığı nüfus sayımı esas alınmıştı. Kurulan hassas denge o kadar kritikti ki, Lübnan’da o tarihten günümüze nüfus sayımı bile yapılamadı. Günümüzde de ülkenin siyasî iskeleti, hâlâ aynı doğrultuda. Ancak bu yapının çatırdamaya başladığı da ortada.
1979’dan sonra Lübnan’a özel bir önem veren İran, Hizbullah üzerinden, ülke siyasetinin ana aktörü haline geldi. Hizbullah’ın yüklendiği “İsrail’in saldırılarına karşı Lübnan’ı koruma misyonu”nun Lübnanlılara dayattığı bedel, Lübnan devletinin her kademesine İran’ın derinlemesine nüfuz etmesi oldu. Böylece Hıristiyanlar üzerinden Batı’nın, Sünnî Müslümanlar üzerinden de Arap dünyasının Lübnan’a müdahalesi ihtimali, oldukça sınırlı ve kısıtlı bir düzeye indirgendi. Lübnan’la ilgili herhangi bir karar, Tahran’la diyalog şartına bağlı hale geldi. Geleneksel olarak Suudi Arabistan’ın Hariri ailesi kanalıyla Lübnan’la kurduğu bağ, İran’la yaşanan gerilim yüzünden kopuşa sürüklendi. 2017’de Hariri’nin Riyad’a çağrılarak tokatlanması (fiziksel anlamda, gerçek olarak), sonra televizyon ekranından kendisine zorla istifa açıklaması yaptırılması gibi akla-hayale sığmayacak diplomatik skandallara imza atan Suudiler, Lübnan siyasetine etki etme şanslarını tümüyle zayıflattı.
Yaşanan gösteriler sırasında, Hizbullah’ın Lübnan’a getirdiği yükün de halkın tepkisine neden olduğunu gören İran yönetimi, ilginç bir adım atarak ilk kez resmî açıklama yaptı. İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, Lübnan hükümetine çağrıda bulunarak, halkın taleplerinin ciddiye alınması gerektiğini vurguladı. Normal şartlarda sokak gösterilerini “dış mihrakların oyunu” olarak yorumlamaya meyyal İran devlet aklı için, bu adım oldukça dikkat çekiciydi. Lübnan’ın diken üstünde durduğunu Tahran’ın fark ettiğini gösteriyordu.
***
Lübnan, yüzölçümü olarak küçücük bir ülke, ama üzerine düşen gölgeler oldukça uzun. “Ortadoğu mozaiği” olarak tasarlandığı 1943’ten bu yana, aslında tam anlamıyla hiç bağımsız olamamış bir ülkeden söz ediyoruz. Dönem dönem, hem Ortadoğu’dan hem de dışarından farklı devletlerin etkinlik kazandığı Lübnan’da, sıradan vatandaş bir yandan hayatta kalmaya çabalarken, diğer yandan söz konusu devletlerin kendisine dayattığı bedellerle boğuşuyor. Mozaik kelimesinin olumsuz çağrışımlarını, herhalde en çok Lübnanlılar biliyor olmalı.