Tefrika roman :15 Araya bir hafta girince heyecanınızın temposu düştü. Ama ne yapayım yerim dar. O kadar dar ki san
Tefrika roman :15
Araya bir hafta girince heyecanınızın temposu düştü. Ama ne yapayım yerim dar. O kadar dar ki santim ile ölçmüşler harf harf saymışlar. 4500 harfi geçerse yazı göze zarar demişler. (Vallahi demişler.)
Kısa bir özet geceyim o halde, babaannem FSK Kanalı’nın ana haber bülteninde. Muhabir kız eski İstanbul hanımefendisi ile ninesinin şifon kıyafeti üzerine çekim yapacağını zannederken babaannem canlı yayında isyan bayrağını açtı: “Nedir bu Hürrem şatafatı merakınız. Benim ninem çekirge kıtlığının çocuğuydu…” deyince muhabirde bağlantı koptu. Muhabirin zihni kısa devre yapmış elekrikli alet öylece durdu.
“Anlıyorum efenndim…Hayır anlamıyorum ya. Bu benim en zor çekimim olacak. Anlamıyorum… Ninenizin nişan kıyafeti değilse niye böyle çerçeveletip duvarınıza astınız?”
“Anlattım ya efendim. Kamuoyunun dikkatini çekmek için. Korsan konferans vermek için. Bizim dünümüz ile ilgilenmeyin. Bizimle ilgilenmeniz için bizi kurmaca geçmiş uydurmaya sevk etmeyin.”
“Efendim siz tam olarak ne istiyorsunuz?”
“Anlattım. Bir kez daha anlatayım. Herkes kendince bazı atasözlerini sözlüklerden çıkarma girişiminde bulunuyor. Ben buna karşıyım. Olmuş olanı yok etmek bana doğru gelmiyor. O atasözü yıllarca var olduysa yerini koruyacak. Ama şerh edilerek. Mesela yaş yetmiş iş bitmiş atasözünün yanında bu atasözü ortalama insan ömrünün 70 olarak hesaplandığı zamanlara ait idi diye bir açıklama olmalı.”
“Ama bütün bunların Ajda Pekkan ve sizin ninenizin esasında hiç olmamış şifon nişan kıyafeti ile bağlantısını anlayamadım.”
“Niçin esnek düşünmüyorsunuz? Bebek kıyafetleri için nasıl sağlıklı kumaşlar kullanılıyorsa, her kesim için ama özellikle yaşlı kesim için organik, rahat kalıplı ve estetik kıyafetler üretilsin ve bu üretilen kıyafetler kolaylıkla ulaşılabilecek noktalarda satılsın diyoruz. 70’li yaşlar orta yaş artık. Yaşanacak yıllarımızı sağlıklı yaşamak istiyoruz.”
“Satılsın. Kim itiraz ediyor ki zaten. Bütün bunlara ne gerek vardı yani!”
“Niye! N’oldu sizin o farkındalık yaratma söylemlerinize. Arz ve talep dengesi, kamuoyu oluşturmak maksadıyla yutubırlardan destek aldık.
Biz çağırmadık ki sizi. Siz talip oldunuz. Randevu almadan önce aman ilk önce bizim kanala söyleşi verin diye ne kadar çok ısrar ettiniz. Yalan mı?”
“Aaa yayın kesildi. Merkez beni duyuyor musunuz? Merkez?”
“Merkez yayın kesilmedi. Beni duyuyorsunuz. Ben Naciye Paşa. Toplumun yaş ortalaması değişti. Lütfen bu konuya …”
Hakikaten kesildi. Reklam arasına gittiler. Seyirci reklam arasında başka kanala gider, başka kanala gitmişken burada neyi yarım bıraktığını unutur. İyi taktik.
Allah’ım ne olur bu son olsun. Ekran işi daha fazla dallanıp budaklanmasın. Lütfen.
Babam tabletini buluncaya kadar yayın gitti ya, şimdi ayıkla pirincin taşını. Babam sanki rejide biz varmışız gibi davranır. Bir ağız tadı ile validemizin performansını seyredemedik der.
Demedi fakat. Babam da tipik bir tv izleyicisi olmuş. Türkiye-Fransa maçının yeni görüntülerini izleyerek döndü salona.
“Bak Müberra bunu görmen lazım. Senin yeşil pasaportun bir işimize yarayacaktı. Neden şu maçı Paris’ te seyretmedik. Ha neden?”
Annem dikkati dağılan bir çocuğu oyalarmışçasına “Haklısın Cüneyt” dedi, “tarihi bir ana tanık olma fırsatını benim yüzümden kaçırmış olduk.”
Halbuki doğru cevap nereden çıkarıyorsun Cüneyt Paris’e gitme işini! Sen bana bunu hiç söylemedin bile. Paris’e ucuz bilet ayarlayan ortağının karısıydı ve sen bana bunu kadın kafası işte diye dalga geçerek anlattın. Bizim hiç Paris mevzumuz olmadı! DEMESİ gerekiyor.
Annem beni o ana tanık gösterse ‘öyle değil mi Bilge’ dese, evet baba aynen böyle oldu. Sen olmuşlar ile olmasını istediklerini kafana göre sıralıyorsun demeye hazır ve nazırım.
Ama annem asla böyle bir şey söylemez. Yarın sabah anne dün gece niye babama hak verdin diye anneme kafa tutsam, ağzımızın tadını kaçırmaya değer mi? Geçen geçmiş. Geçenin peşinden niye gideyim der.
Annem babama hiçbir zaman olumsuz bir cümle ile karşılık vermez. Her zaman annemin dediği olduğu halde, annem bunu sanki her zaman babamın dediğini yapıyormuş gibi uygulamaya koyar.
“Haklısın, ben bunu niye düşünemedim, elbette seninle istişare etmeliydim, senin fikrini çok önemsiyorum” diye başlayan cümleler bir de bakmışız ki Müberra Hanım’ın düşüncesinin mutlak bir doğruluk olarak sahneye taşımaktadır.
Annemin bu haline sinir olmak konusunda babaannemle hemfikiriz. Ama başka başka açılardan. Babaannem “Benim oğlumun ne hükmü var, gelin hanımın muktedirliği insanı ürkütür” der fırsatını buldukça. Ben ise annemin kişiliğini şöyle net bir şekilde ortaya koymayıp, babamı durmadan idare etmesine kızıyorum. Ama bu ikisi birden nasıl mümkün oluyor? Yani kimin gördüğü doğru? Babaannemin mi benim mi?
Devamı haftaya Cuma’ya inşallah.