“Bize ne başkasının ölümünden demeyiz”

“Bize ne başkasının ölümünden demeyiz”

Yine de en tuhafı, o dört ölümün ardından, “Bir tarikatın kurtarılmış bölgesi olarak bili

استطلاع رأي: أكثر من نصف الأمريكيين يؤيدون إقالة ترامب
Bolivia's interim government appoints first ambassador to US in 11…
Turkey important for NATO, Germany's Merkel says

Yine de en tuhafı, o dört ölümün ardından, “Bir tarikatın kurtarılmış bölgesi olarak bilinen bir İstanbul semtinde, 48-62 yaş aralığında dört kardeş girdikleri maddi krizden çıkamayarak intihar ediyor. Ve Allah, din deyince mangalda kül bırakmayanları bir daha iddiasından vuruyor” yazan Mustafa İslamoğlu’nun sahibi olduğu Akabe Vakfı’nın ölümlerin olduğu eve uzaklığının 1,5 kilometre olması değildi galiba. Hatta bu, tuhaf bile değildi. Ölümü, o en büyük şarkıyı kendi çıkarı, anlayışı, kadüklüğü için kullanmak niçin tuhaf olsun ki hem? Hatta İslamoğlu’nun “iddiasından vurulmak” dediği an iddiasından vurulduğunu fark etmemesi bile tuhaf değil.

Şimdi sorum şu: Ölen dört kardeşin ardından konuşan herkes niçin dünyanın en duyarlı, en hassas, en zarif insanı olarak konuşuyor? Mesela oturdukları apartmanın yöneticisini duydum radyoda. “Takmayın yahu kafanıza, ödersiniz aidatları” demiş her seferinde. Bilmem, belki de demiştir. Veresiye aldıkları bakkalı da dinledim. Her seferinde, “Üzmeyin kendinizi, paranız olunca ödersiniz” demiş kardeşlere borçları hakkında. Bilmem, belki de demiştir.

Demişler midir sahi? Der miyiz, diyor muyuz? Öyle insanlar mıyız? Bilmem, belki de öyle insanlarızdır. Ya da her seferinde kendimizi kandırmanın bir yolunu buluyoruzdur belki de.

Daha geçen gün çok sevdiğim bir arkadaşım yanıma geldi. Epeydir işsiz. Niteliklerinin çok altında bir işe de razı. Yaşadığı ilde oturan dört-beş tanıdığımı aradım. I-ıh. Bekçilik, güvenlik görevliliği, depo sorumluluğu falan gibi işlere razı üniversite mezunu arkadaşımın durumunu ilgi alanlarına sokamadım, bir sonuç alamadım.

Başka tarafından devam edeyim.

Dört kişi eğer bir külte üye değillerse, Jim Jones’un, Fetoş’un falan elinden içmedilerse siyanürü, topluca intihar etmeye karar veremezler. Eşyanın tabiatına aykırıdır bu.

Bu büyük ihtimalle bir kaygı cinayeti… “Benden sonra bunlara ne olacak?” diye düşünen bir kardeş önce diğer kardeşleri öldürüp ardından kendisi intihar etti büyük ihtimalle. Bu kaygıyı biz en çok özürlü evladı olan ailelerde, anne-babalarda görürüz. “Benden sonra bu çocuğa ne olacak?” sorusu bir süre sonra keskin bir kaygıya dönüşür. O kaygı gereğinden çok büyürse bir takım acılı sonuçlar meydana getirebilir. Sakat, hastalıklı bir kaygıdır çünkü o.

Şu, “Ailenin maddi sıkıntı çektiğine dair bir veri yok elimizde” açıklaması çok ama çok ayıp bir açıklamadır. Ailenin maddi sıkıntı çektiği ortada… Daha doğrusu hayatın bu aileyi dört bir yandan daralttığı ortada… Hayatları boyunca evlenmemiş, hep bir arada yaşamış olmaları falan da cabası. Dolayısıyla şöyle düşünmeye meyyalim: Sadece maddi sıkıntıdan değil ama maddi sıkıntının tetiklemesiyle ortaya çıkan bir kaygı cinayeti bu. Bana belki kızacaksınız ama “birazcık duyarlılıkla engellenebilecek” bir vaka değilmiş gibi geliyor bana bu ölümler. Son derece patolojik bir manzara var ortada çünkü.

Kendimizden pay biçelim. Diyelim ki evimizin elektriğini kestiler, apartmana aidat ödeyemedik, bakkala veresiye yazdırıyoruz. Bütün bunlara rağmen intihar eder miyiz? “Bu dört kardeşin tek sıkıntısı maddi idi” diyerek bu ölümlerden “politik bir çıkar” elde etmeye çalışanların tezi berbat bir tez bana kalırsa. Çok daha karmaşık, çok daha kompleks bir süreç var ortada.

Hadi birazcık iddialı bir laf edeyim. Para pul yüzünden, salt ekonomik nedenlerle intihar etme öykülerini biz daha ziyade hayatının bir döneminde çok zenginken sonradan muhtaç duruma düşmüş insanlarda görürüz. Bu dört ölümde başka, bambaşka bir öykü var.

Başa döneyim. Bu dört insanın ölümünde toplumsal bir sorumluluğumuz var mı? Bu soruya “evet” cevabı vermemek için vicdansız olmamız gerekir. Elbette büyük bir toplumsal sorumluluğumuz var. Ancak buradan ele geçen fırsatla bile dindarlara, tarikat mensuplarına “çakmaya” çalışmak kelimenin gerçek manasıyla “terbiyesizliktir.”

Böylesine trajik bir ölüm hadisesini kendi politik çıkarlarına hizmet amacıyla kullanmak için vicdansız, insafsız olmak gerekir. Tarık Tufan’dan ödünç alarak söyleyeyim “kendi yarattığımız ideolojilerin yaralı kurbanları” değilsek yapmayız bunu.