Sinema ve TV dizileri sosyal mühendislik araçlarının başında gelir. İlk icat edildiğinde sadece bir eğl
Sinema ve TV dizileri sosyal mühendislik araçlarının başında gelir. İlk icat edildiğinde sadece bir eğlence aracı olarak görülen sinema; zamanla, görüntüsü ve diliyle, büyük kalabalıkları kolay ve hızlı bir şekilde etkilemesiyle, eğitim, güdümlü kültür değişimi ve hatta hegemonya kurma aracına dönüştü. Özellikle iki kutuplu dünyada, bir tarafta ABD diğer tarafta Sovyet yapımı filmler, Soğuk Savaş’ta sahada gösterilemeyen gücü sahneye taşıyarak dünyayı etkilediler. Avrupalılar, kolonilerinde yerel sinemaya destek vererek hem sömürge idarelerini kolaylaştırdılar hem de sömürdükleri toplumların hayranlığını kazanıp post-kolonyal çağda bile etkilerini sürdürme imkanı buldular.
Teknolojisinin gelişmesine paralel olarak sözde evrensel ama gerçekte emperyal bir söylem geliştiren sinema, kalabalık kitleleri yönlendirdi. Onları tahayyül etmedikleri şeylere inandırdı. Büyük ve pahalı yapımlar ile özellikle hayata yeni başlayan ve geleceği kurması beklenen gençliği gerçeklikten kopardı. Giyim kuşamlarına, davranış biçimlerine, sevinçlerine, hüzünlerine, hatta sevgilerine ve nefretlerine şekil verdi. Hülasa kaçınılmaz etkisiyle sinema, -kimi olumlu katkılarının yanı sıra- hepimizin üstüne bir karabasan gibi çöktü.
1990’lı yılların sonunda sinemanın yerini aynı dili daha etkili bir şekilde kullanan TV dizileri almaya başladı. TV dizilerine gösterilen ilgi, sinemanın yıkılan Berlin Duvarı oldu. Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra dünya yönetişimindeki çok kutuplu eğilimler gibi, bölgesel TV filmi/dizi yapımları da birbiriyle kıyasıya rekabete girişti. Yapay bir zihniyetin ürünü olup hiçbir kültürü temsil etmeyen diziler, kıtaları dolaşarak toplumları peşinden sürükledi.
Nihayet bu yarışa Türk dizileri de girdi. Başlangıçta Türkiye’yi temsilden uzak dizilerin girdiği Arap pazarı; daha ziyade alt ekonomik sınıfa mensup seyircilerin yöneldiği Kurtlar Vadisi ile zirve yaptı. Seyirciler bir süre sonra içselleştirdikleri senaryolardan bıkmaya başladı. Kendi sefaletlerini, ülkelerindekine benzer siyasi komploları seyretmekten bıkarak tarih dizilerini keşfetti. Genel olarak Arap dünyasında ve Türkiye’de tarih dizileri Ramazan eğlencesi olarak yayınlanıyordu. Bu tür dizilerde Mısır, kısmen Suriye oldukça başarılıydı ve bütün Arap pazarını kapatıyordu. Ucuz yapımlar olan Türk tarih filmleri veya dizileri büyük ölçüde Türkiye sınırları içinde kalıyordu.
Nun Post’ta yazan Rande Atiyye’nin dediği gibi; Diriliş Ertuğrul bu alanda bir milat oldu. 2014’te Arap kanallarında gösterilmeye başlamasıyla tarihi drama anlayışını bütünüyle değiştirdi. Uzun süre Arap seyircisini büyüleyen dizi büyük takdir topladı. Aslında bu ilgi, yapımın gücünden ziyade Türkiye’nin doğrudan imajı ile de ilgiliydi. Yükselen bir güç olarak Türkiye’nin tarihi de büyük ilgi görmeye başladı. Başarılı dizi sayesinde Arap seyircisi kolonyal akıl ile üretilen Türkler ve Osmanlılar hakkındaki tarih algısını değiştirdi.
Ancak 2016 sonrası yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin karşılaştığı problemler ve özellikle Körfez ülkelerinin Katar’ı kuşatması karşısındaki tavrı, kimi çevreleri -pek çok alanda olduğu gibi-, sinema/dizi sektöründe de Türkiye’ye karşı harekete geçirdi. Kaşıkçı cinayetinin ardından Muhammed bin Selman, kaybettiği imajını restore etmek üzere milyonlar harcayıp sosyal medyayı harekete geçirdiği gibi film sektörüne de el atacağını ilan etti. Bu konuda, hiçbir altyapısı olmayan Suudi Arabistan’ın niyeti, sinema/dizi diliyle yeni bir savaş başlatmaktan başka bir şey değildi.
Ulemanın, siyasetçilerin, sosyal bilimcilerin, iletişimcilerin ve daha pek çok çevrenin gösterimden kaldıramadığı Türk dizilerini, pahalı yeni yapımlar ile engellemek için harekete geçildi. Daha doğrusu Körfez’de yeni bir psikotarih atağı başladı. Bu maksatla devreye 17 Kasım’da, Suud destekli mbs TV’de gösterime girecek yeni bir dizi devreye sokuldu.
40 milyon dolarlık bir bütçe ile BAE merkezli bir yapım firmasının Tunus’ta çektiği; yönetmenliğini, Hannibal filminin yönetmeni İngiliz Peter Webber’in yaptığı filmin fragmanları oldukça iddialı olduğunu gösteriyor. Memaliku’n-Nar, yani Ateşin Krallıkları adı verilen dizide, Yavuz Sultan Selim ile Memlukler arasındaki mücadele ve Mısır’ın Osmanlı topraklarına girmesi anlatılıyor.
Konu ve zamanlama, dizinin propaganda amaçlı ve Türkiye’ye karşı yapıldığını gösteriyor. Suudi Arabistan ve Mısır’da Türk tarihini olumsuz göstermek için eğitim müfredatlarında yapılan değişiklilerin ardından; popüler alanda da yeni bir girişim başlatılıyor. Zaman her iki girişimin sonuçlarını gösterecektir.
Şark toplumları hâlâ duygusaldır. Bir oyun hissettiklerinde, mağdur edilenin yanında yer alacaklardır. Tıpkı, Talas Savaşı’nda Çin boylarında savaşan Müslüman Arapların yenildiğini gören Türklerin Arapların yardımına koşması; Bağdat’ta hilafetin yıkılmaya başladığını gören Selçukluların ortaya çıkması; Haremeyn etrafında Portekiz tehdidi dolaştığı sırada Yavuz’un Mısır’a; Kanunî’nin de Basra Körfezi’ne koşması gibi.