Fatih’in, hocasına verdiği susturucu cevap

Fatih’in, hocasına verdiği susturucu cevap

Gelmiş geçmiş İslam hükümdarları içinde âlimlere, sanatkârlara, şairlere ve diğer h&

Jahovic karşısında en çok zorlandığı savunmacıları açıkladı
استشهاد جندي تركي متأثرا بإصابته في 'نبع السلام'
Türkiye'nin havadaki yeni gücü taarruzi İHA Akıncı piste çıktı

Gelmiş geçmiş İslam hükümdarları içinde âlimlere, sanatkârlara, şairlere ve diğer hüner sahiplerine en büyük saygıyı ve ilgiyi gösteren padişah Fatih Sultan Mehmed’dir dersek, tarihi bir gerçeği dile getirmiş oluruz ve bu konuda mebzul miktarda örnek verebiliriz. Sadece iki eserin ismini hatırlatmak gerekirse merhume Samiha Ayverdi Hanım’ın “Edebi ve Manevi Dünyası İçinde Fatih” isimli kitabıyla Prof. Dr. Ahmet Süheyl Ünver’in “Fatih Külliyesi ve Zamanı İlim Hayatı” adlı kitabını zikredebiliriz.

Konumuzla ilgili çarpıcı bir anekdota bendeniz, Mithat Cemal Kuntay’ın bir yazısında rastladım. Hilmi Yücebaş’ın Fatih’le ilgili kitabında yer alan anekdot şöyle:

Bir gün, büyük âlim Molla Gürani, İstanbul’u fetheden delikanlıyı, hâlâ falakayla korkuttuğu çocuk zannedip öfkeleniyor ve Fatih’e şöyle sitem ediyor: “Zalim dediğin Timurlenk, allame Sadeddin-i Taftazani’ye dünyalar kadar hürmet ediyordu. Hâlbuki sen bana bu günlerde zerre kadar riayet etmiyorsun”. Bu, son derece tehlikeli bir sözdü ve öyle bir hükümdara söyleniyordu ki, o kılıcıyla iki devri birbirinden ayırmıştı. Yani Ortaçağ’ı kapatıp Yeniçağ’ı açmıştı. Üstelik de 24 yaşındaydı. Sen ki Fatih’sin, Timurlenk gibi bir zalim kadar bile değilsin deniliyordu.

Fatih, bu dil tecavüzü karşısında padişahlık yetkisini değil, keskin zekâsını kullanıp şu cevabı veriyor:

-Hocam, doğru söylüyorsun ama Sadeddin-i Taftazani’nin eserlerini kopya etmek için dünyanın dört bir köşesinden Semerkand’a koşuyorlardı. Hâlbuki sen eserlerini okutabilmek için onları kendi elinle kopya edip her tarafa gönderiyorsun. Aranızda işte böyle bir fark var.

Gerçekten de tarihe adını “zalim” diye yazdıran Timurlenk, Seyyid Şerif Cürcani ile birlikte Sadeddin-i Taftazani’ye büyük bir hürmet gösteriyor, her gittiği yere onları da birlikte götürüyordu. Ülkeleri yağma eden, kellelerden kule yaptıran Timur, bu iki büyük âlimin yanında icabında kuzu gibi oluyordu. Ünlü tarihçimiz Ord. Prof. Mükrimin Halil Yınanç, Mart 1945 tarihli “Tarihten Sesler” isimli dergide, “Sadeddin Mesud Bin Ömer el- Taftazani: Hayatı ve Eserleri” başlığıyla yayımladığı ilmî makalenin bir yerinde Timur’un Sadeddin-i Taftazani’yi ne derece takdir ettiğine dair şöyle bir fıkra naklediyor:

Timur savaşla meşgul olan başkumandanının, kendisinden yardım istemesi üzerine o civarda savaşan diğer bir kumandanına, seri bir şekilde başkumandanının imdadına yetişmesi için bir Tatar göndermişti. Ve postacıya yolda durmamasını, her nerede at bulursa binip sür’atle gitmesini emretmişti.

Tatar, yolda bir otlakta bir sürü hayvana rastlayıp bir tanesiyle yorulan kendi atını değiştirmek istedi. Korucular buna razı olmadılar. Münakaşa uzadı. Tatar, bundan dolayı Timur’un emrini zamanında yerine götüremedi. Ve başkumandan kendisine yardım gitmediği için mağlup oldu.

Timur, bu habere çok kızdı. Otlaktaki hayvanların sahibini sordu. Bunun Sadeddin-i Taftazani olduğunu öğrenince, “Ben ne yapayım o zata ki, henüz kılıcımın yürümediği yerlerde bile onun değerli kitapları büyük bir ilgi görmektedir” dedi.

Sözün burasında şöyle bir soru akla geliyor: Böyle büyük bir âlim, Timur gibi bir gaddarın yanında bulunmayı nasıl kabul edebiliyor? Kethüdazâde Mehmed

Ârif Efendi, bu soruya cevap olmak üzere şöyle bir yorum getiriyor:

Eskiden beri sultanlar arasında rekabet olduğu biliniyor. Yıldırım Bayezid ile Timurlenk arasında da ağır sözlerden oluşan mektuplar gidip gelmeye başlıyor. Bizim Yıldırım sert mizaçlı olduğundan incitici cümleler kullanıyor. Timur’un yanında bulunan Seyyid Şerif Cürcani ile Sadeddin-i Taftazani Timur’un öfkesini dindiriyorlar. “Efendimiz, affedin. Osmanlı padişahları, cengâver ve mücahit padişahlardır. Onlar, küfür diyarını İslam diyarı haline getiriyorlar” cevabıyla kızgınlığını gidermeye çalışıyorlar. Daha sonra,yine bizim Yıldırım mektubunda Timur için “Kudurmuş köpek” diyor.

Timurlenk, bu mektubu Seyyid Şerif Cürcani ile Sadeddin-i Taftazani’ye gösterip ya buna ne dersiniz, cevabını yöneltiyor. Onlar da, buna ne denileceğini siz bilirsiniz, mukabelesinde bulunuyorlar. Bunun üzerine Timur, bel götürmez Tatar askeriyle Bursa’nın üzerine yürüyor. Yıldırım da tabii ki hazırladığı orduyla karşı hücuma geçiyor. O tarihte Yıldırım’ın ordusundaki askerin çoğu Tatar olduğundan, bunlar savaş sırasında Timur’un tarafına geçiyorlar. Yıldırım, yalnız kapı halkı ile kalıyor. Neticede Yıldırım esir ediliyor ve bu esaret sırasında vefat ediyor.

Timur’un askerleri Bursa’yı yağmaladığı sırada da, Rumeliye geçip Edirne’yi ve diğer Osmanlı şehirlerini de talan edebilirlerdi. Ancak yine bu iki zat-ı şerif’in faydası oluyor, onlar diyorlar ki:

-Efendimiz, bu kadar yeter. Artık buraları Yıldırım’ın çocuklarına bırakalım da çekilelim. Böylece onlar Timur’u geldiği yere götürüyorlar. Osmanlı memleketlerini, yine Osmanlı’nın çocuklarına ve torunlarına bırakıyorlar.

Kethüdazâde demek istiyor ki, eğer bu iki âlim ona engel olmasaydı Timur’un zulmü ikiye katlanacaktı.

“Türk Azizleri” isimli eserden öğrendiğimize göre, bizim ünlü mutasavvıfımız İsmail Hakkı Bursevi, Sadeddin-i Taftazani’yi hiç beğenmiyor. Çünkü onun, kapısında hizmet ettiği Timurlenk’in mizacına göre yorumlar yaptığını gördüğü için bunu Taftazani’nin ilmi haysiyetine yakıştıramıyor. İsmail Hakkı, sadece Taftazani’yi değil, iktidar mevkiinde bulunan diğer dalkavuk bilginleri de, eserlerinde fena halde hırpalıyor.