İslam edebiyatında, İbnü’l-Fârız (v. 1235) kadar “el-Kasîdetü’l-hamriyye / el-Kasîde
İslam edebiyatında, İbnü’l-Fârız (v. 1235) kadar “el-Kasîdetü’l-hamriyye / el-Kasîdetü’l-mîmiyye”si ile divanındaki “el-Kasîdetü’t-tâiyye / et-Tâiyyetü’l-kübrâ” kasideleri başta gelmek üzere, nerdeyse söylediği ber beyitle, hem kendi zamanının hem de bilahare başını İbn Teymiyye’nin (v. 1328) çektiği zahir ulemasının tekfirine muhatap olmuş başka bir şair daha olmasa gerektir.
Yine, Hamriyye Kasidesi’nin daha ilk beytinde, Mahmut Kaya’nın çevirisiyle “Andık sevgiliyi andıkça içtik / Öyle hâl oldu ki biz bizden geçtik / yaratılmamıştı üzüm çubuğu / Aşk deryasını biz ezelde geçtik”; Turan Koç – Mehmet Çetinkaya’nın çevirisiyle “Sevgiliyi anarken yaşarken biz ezelde sürekli bir sarhoşluğu / Henüz yaratılmamıştı, ne şarap ne hatta ne de asma çubuğu” dediği ve dolayısıyla şarabı, şarap içmeyi, aşkı ve sevgiliyi, ilahi aşk karşısında kendinden geçmenin mecazı olarak kullandığı halde maruz kaldığı mezkur muamelenin, şahsında deyim yerindeyse geri teptiği, şairlik ününe ün kattığı İbnü’l-Fârız dışında bir şair daha olmasa gerektir.
Bu çelişkili durumun bir benzerini de hazretin zikrettiğimiz şiirlerinin Dâvûd-i Kayserî, Abdürrezzâk el-Kâşânî, Saîdüddin el-Fergânî, Seyyid Ali Hemedânî, Bedreddin el-Bûrînî, Abdülganî b. İsmâil en-Nablusî, Emîn el-Hûrî ve İsmâil Rusûhî Ankaravî gibi İslam ilim ve ilahiyatının müstesna isimleri tarafından şerh edilmiş olmasında görüyoruz. Bir yanda Taiyye’nin okunmasını müritlerine tavsiye den şeyhlerle, bu şeyhleri kınayan alimler, diğer yanda ise her iki tutumu da aşarak mezkur şiirleri şerhetme kervanına katılanlar… (Geniş bilgi için bkz.: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansilopedisi, Süleyman Uludağ imzalı İbnü’l-Fârız maddesi)
Dâvûd-i Kayserî’nin Kasîde-i Hamriyye şerhi, Turan Koç ile Mehmet Çetinkaya tarafından Türkçe’ye çevrilmiş ve 2011 yılında İnsan Yayınları’nca basılmıştı.
Saîdüddin el-Fergânî’nin Arapça’ya aktarırken Münteha’l-medârik şeklinde isimlendirdiği, Farsça Taiyye şerhi Meşâriku’d-derârî ise, Mustafa Yalçınkaya tarafından çevrildi ve Arapça adıyla 2018 yılında Litera yayıncılık tarafından basıldı.
Büyük boyda 1047 sayfa halinde basılan bu şerh, el-Fergânî’nin Mahmut Erol Kılıç hocamızın kelimeleriyle, “Muhyiddin İbnü’l-Arabî etrafında oluşan mesleğin fikirlerinin ilk kuşak nâkil ve şârihlerinden biri” olması bakımından İslâm düşünce tarihinde önemli bir yere sahiptir. Yine Kılıç’ın Chittick’ten naklettiği üzere el-Fergânî, hocası Sadreddin Konevî’nin diğer iki talebesi Fahreddîn-i Irâkî ve Müeyyidüddin Cendî ile beraber Ekberiyye mektebinin fikirlerinin yayılmasında önemli bir rol üstlenmiş, Abdürrezzâk el-Kâşânî ve Dâvûd-i Kayserî gibi kendilerinden sonra gelen üçüncü kuşak temsilcilerine de ilham vermiştir. Şeyh Muhyiddin tefekkürünün “Anadolu ve Orta Asya’da yayılmasında son derece büyük öneme sahip olmuştur. Yine bu fikirler kendisi de Orta Asya Kökenli olan müellif sayesinde Hâce Muhammed Pârisâ, Hâce Ubeydullah Ahrar ve Mevlana Abdurrahman Câmî gibi büyük sufiler vasıtasıyla, Orta Asya Hâcegan geleneğine de nüfuz etmiştir.
Bu yanlarıyla, el-Fergânî’nin, Münteha’l-medârik’ini Şeyh Muhyiddin tefekkürünün içinde durarak yazdığı sabittir. Nitekim, daha ilk beytin şerhinde Şeyh Muhyiddin’in aşk, muhabbet, tecelli, ayniyet, zihin mertebesi, varlık, var olmak, işaret, lafız, mana, kadim, hadis v.d. kavramlarına yüklediği anlamların izini sürmüş; kendi fikri zeminini her şeyden önce güzellik kavramıyla çerçeveleyerek, tefekküründeki hareketi de buradan başlatmıştır.
El-Fergânî, Münteha’l-medârik’ine, adeta onun bir dil çalışması olarak nitelenmesine neden olacak oranda etimolojik bir boyut da katmıştır.
İbnü’l-Fârız’ın hemen her dizesini, önce kelimeler ve kavramlar cihetinden ele almış, tasavvufi ıstılahları özellikle vurgulayıp, oluşturduğu o lügatçe üzerinden kendi fikirlerini işlemiştir. Kimi beyitlerin şerhini takiben oluşturduğu Tenbih’lerde doğadan, sosyal bilgilerden verdiği örneklerle ele aldığı konuyu daha açık ve anlaşılır hale getirmiştir.
El-Fergânî’nin asıl şerhinin girişinde, dibace / mukaddime halinde tefekkür tarzına mahsus oluşturduğu metne, Yalçınkaya çevirisinde yer verilmemiş, yayıncı notuyla “daha sonra ayrı bir eser olarak yayınlacaktır” bilgisi iletilmiştir.
Münteha’l-medârik’in tasavvufi metin olmaktan çok, lügat cihetli bir edebiyat metni olarak okunması halinde söz konusu eksiklik fazla hissedilmeyecektir, ama, değil mi ki bir eserle ilgili her eksiklik ciddi okurları mutlaka rahatsız eder.