“Bizzat ben 1939’da, bir merkep sırtında öğleden sonra saat 5’te hareket ettim ve Kara Dağı eteklerine
“Bizzat ben 1939’da, bir merkep sırtında öğleden sonra saat 5’te hareket ettim ve Kara Dağı eteklerine gece yarısı vardım. Ertesi sabah erkenden yola çıkarak, yokuş yukarı bir yolculukla öğleden önce Tâif’e ulaştım. Develer, Cairrâne yönünü izleyerek bu yolu iki günde alırlar. Yeni yapılan karayolu daha uzundur; yaklaşık 120 kilometredir. Dönüşte bindiğim posta arabası, tüm molaları ile beni yaklaşık 4 saatte Mekke’ye getirdi…”
Muhammed Hamidullah’ın (1908-2002) “Hz. Peygamber’in Savaşları” isimli kitabından altını çizdiğim bu satırları, Ketebe Yayınları’nın aralık ayı kitapları arasında okura takdim edilen, Doç. Dr. Abdulkadir Macit imzalı “Muhammed Hamidullah – Modern Bir Müslüman Âlimin İlmî Portresi”ni okurken yeniden hatırladım. Uzun ömrü ilmî mücahadeyle, hasbî gayretle, sahada gözlem ve incelemeyle ve münzevî bir şekilde sürekli üreterek geçmiş bu büyük âlime bir kez daha rahmetler diledim.
Kitabın içeriğinin uzun okumalar ve atölye çalışmaları sonucunda şekillendiğini vurgulayan Abdulkadir Macit, Muhammed Hamidullah’ın hayat hikâyesine kısaca yer verdikten sonra, onun düşüncesinin gelişim safhalarını gözler önüne sermiş. Bu bağlamda doğup yetiştiği Hindistan’ın Haydarâbâd bölgesi, ardından yerleştiği ve uzun yıllar akademisyen olarak görev yaptığı Paris, nihayet İstanbul (ve Türkiye’nin diğer şehirleri: Ankara, Konya, Erzurum…) çevrelerindeki ilmî ve kültürel ortam tasvir edilerek, bunların Hamidullah’a sağladığı katkılar ayrıntılı biçimde ortaya konulmuş. Ancak kitabın en dikkate değer tarafı, şüphesiz, Hamidullah’ın fikrî duruşunun ve meselelere bakış açısının aktarıldığı kısımlar. Hamidullah’ın metodolojisini ele alarak konuya giriş yapan Macit, onun din ve nübüvvet anlayışını, İslâm iktisadıyla ilgili yorum ve önerilerini, yönetime dair söylediklerini, tamamen kendi eserlerini temel alarak açıklamış. Muhammed Hamidullah’ı gerçekten ve yakından tanımak isteyenler için, kitabın bu bölümleri bilhassa önemli ve hayatî.
Abdulkadir Macit’in de ilgili pasajlarda yer verdiği üzere, Muhammed Hamidullah, Türkiye’deki bazı çevrelerce ağır biçimde eleştirilmiş ve dışlanmış bir isim. Hüseyin Hilmi Işık tarafından “İsmâilî mezhebinde, koyu Ehl-i Sünnet düşmanı olarak yetişti. Açıkça ve sinsice İslamiyet’i bozmaya, Ehl-i Sünnet âlimlerini lekelemeye çalışmaktadır” biçiminde tanıtılan Hamidullah, Necip Fazıl Kısakürek’in “Türkiye’nin Manzarası” ve emekli Yüksek İslâm Enstitüsü hocalarından Ahmed Davudoğlu’nun “Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri” kitaplarında tahkir ve hakarete varan cümlelerle tenkit edildi. Kendisi hakkında “mason”, “İngiliz ajanı”, “mezhepsiz”, “sapık”, “Vehhabi” gibi yakıştırmalar yapıldı. Fikrî anlamda bu isimleri takip edenler, Hamidullah’a yönelik olarak aynı ezberleri, -eserlerini okumaya bile gerek görmeden- bugün de tekrarlıyor.
Hamidullah eleştirilerinde, benim dikkatimi özellikle çeken iki husus var:
Bunlardan birincisi, eleştirilerin kâhir ekseriyetinin hakaret, tahkir ve tekfir boyutunda olması. Her fanî gibi Muhammed Hamidullah’ın eserlerinde de -ve onu eleştirenlerin eserlerinde de- yanlışlar ve eksikler mutlaka var. Soğukkanlılıkla, delile dayalı biçimde ve insaflı bir çizgide bunları dile getirmek yerine, işin iftira ve aşağılamaya vardırılması, eleştirilerin arkasındaki niyeti de sorgulatıyor. Dahası, eleştiri yapanların tamamına yakınının İslâmî ilimler sahasında hiçbir yetkinliklerinin ve eğitimlerinin bulunmaması da, işin bir başka boyutu. Bu yönlerden, Türkiye’deki Hamidullah eleştirilerinin -çok az sayıda, nadir ilmî örnekler hariç- bir tür “kulaktan kulağa oyunu”na dönüştüğünü söylemek gerekiyor.
İkinci nokta, Hamidullah’ın, kendisine yönelik hakaretler karşısında takındığı tavır. Salih Tuğ ve İhsan Süreyya Sırma başta olmak üzere bütün talebeleri, onun şu minvalde ifadelerini aktarıyor: “Cedel ve tartışma benim usulüm değil. Yanlışlarımı ilmî delillerle göstersinler, ben de onlara ilmî delillerle cevap vereyim. Gerçekten yanlış yapmışsam, hatamı düzelteyim. Başka türlüsüne lüzum yok.” Hocasının acımasızca iftiralara uğraması karşısında isyan eden Sırma’ya, Paris Camii’nde fısıldadığı şu sözler de dikkate şâyan: “Evladım, en günahkâr Müslüman kardeşin, en iyi kâfirden evladır. Müslümanlar, birbirleriyle uğraşmasınlar.”
Son bir şey:
Hayatı boyunca evlenmeyen, doğduğu toprakların hasretiyle gurbetlerde yaşayan Muhammed Hamidullah, yazdığı kitaplardan hiç telif almamıştır. Yayıncılarına söylediği “Bana vereceğiniz parayı, kitaba indirim olarak yansıtın” sözü, eli kalem tutan herkes için ibrettir.