Türkiye’ye Rusya’dan satın aldığı S-400 hava savunma sistemi nedeniyle yaptırım uygulanmasını
Türkiye’ye Rusya’dan satın aldığı S-400 hava savunma sistemi nedeniyle yaptırım uygulanmasını içeren tasarı, Amerikan Senatosundan geçti.
Tasarının 8’e karşı 84 kabul oyu ile geçmesi, beklendiği gibi sürpriz olmadığı anlamına geliyor.
Zaten Kongrenin, Temsilciler Meclisi’yle, Senatosuyla, Demokrat ve Cumhuriyetçi üyeleriyle Türkiye mevzu bahis olduğunda nasıl bir tutum izleyeceği önceden de kestirilebiliyordu.
Belli ki bu irade, krizi daha da derinleştirmek ve Türkiye’yi cezalandırmak için önümüzdeki aylar içerisinde de atak bir tutum izlemeye devam edecek.
2020 yılının ilk 4 ayı bu anlamda son derece kritik.
O nedenle, avantajları ve riskleriyle bu meselenin sağlıklı şekilde analizine ihtiyaç var.
Yaptırım süreci Ankara açısından iki alanda riskler barındırıyor.
Birincisi ekonomi piyasaları, ikincisi Savunma Sanayii’nin geleceği.
Ekonomi piyasaları Senatodaki oylama süreci ve çıkan sonuçtan etkilenmedi değil.
Dövizde son on gün boyunca devam eden yukarı yönlü hareketi, piyasa uzmanları bu süreçle doğrudan ilişkilendiren yorumlarla değerlendirdiler.
Ancak, gelinen nokta itibarıyla ekonomi piyasalarının ‘ödünün koptuğu’ bir iklimden önemli ölçüde uzaklaştığı da görülebiliyor.
Demek ki, Ankara’nın yönetim kademelerinden aldığımız nabızla örtüşecek şekilde, ekonomi çevreleri bu işin psikolojisini belli bir ölçüde satın almış durumda.
Yaptırımların savunma sanayii alanını da ‘sertlik derecesine’ göre negatif yönde etkilemesi kaçınılmaz görünüyor.
Sertlik derecesi derken, mesela eğer Türkiye’yi F-35 programından çıkarmakla kalmayıp geçen yaz başında Amerikan Savunma Bakanlığı’nın Ankara’daki muhataplarına gönderdikleri tehdit mektubunda olduğu gibi çok daha kapsamlı ve ağır bir yaptırım düşünülüyorsa, ya da buna cesaret edebilirlerse, iş zaten ikili ilişkilerin formatını çok daha köklü şekilde değiştirecek demektir.
Ankara’da ilgili çevrelerden bu bahisle ilgili aldığımız nabız ise, “Kısa vadede olumsuz yönde etkilenebiliriz ama orta ve uzun vadede lehimize olur” ifadelerine yansıyan bir değerlendirmeye tekabül ediyor.
Ama her durumda, Amerika’dan gelen tehdit ve şantaj diline ve bu dilin yansıması olan uygulamalara karşı direnç gösterileceği net bir biçimde anlaşılabiliyor.
En son Malezya dönüşü uçakta soruları yanıtlayan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sözleri, bilinen bu tutumun bir tekrarı niteliğinde.
Erdoğan, ABD Senatosu’ndan çıkan yaptırım tasarısıyla ilgili soruya muhatap olunca, biraz da öfkeli bir tonla şunları dile getirdi:
“Şimdi bir de utanmadan sıkılmadan Türk Akım ile ilgili “buna yaptırım uygularız” diyorlar. Bu, tam manasıyla haklarımıza tecavüzdür. Bütün bunlara karşı tabi ki bizim de yaptırımlarımız olacaktır. Yani biz eli kolu bağlı duracak bir millet değiliz. Hep söylüyorum “biz kabile devleti değiliz.” Burası Türkiye… Tarihiyle her şeyiyle bizim bir farklılığımız var. Dolayısıyla da bu konu ile ilgili biz de kendi yaptırımlarımızı kesinlikle uygulamaya sokarız.”
Erdoğan, şu yakın zaman içerisinde iki kere Kürecik ve İncirlik üslerinin kapatılmasından söz etti.
Bu ifadeler Amerika’nın yaptırım kararlılığını uygulamaya geçirmesi halinde “Bizim elimiz de armut taşlamıyor” mesajı taşıyor olsa da, son raddede gündeme gelebilecek konular.
Yani eğer, karşı taraf niyetini hepten bozarsa.
Öyle bir durumda da zaten dediğimiz gibi, ilişkilerin tarifini de başka kelimelerle yapmak gerekecek.
Riskler böyle.
Bir de avantajlar var tabi.
Ekonomi piyasalarının odaklandığı asıl soru, S-400’lerin aktif hale getirilip getirilmemesi, ya da F-35’lerin devre dışı kalıp kalmaması değil.
Piyasalar, Türk/Amerikan ilişkilerinin ‘atmosferine’ göre pozisyon alıyor.
Bir başka deyişle bu konu başlıklarının nasıl sonuçlanacağından çok, gerilimin nereye kadar tırmanıp tırmanmayacağıyla ilgili sorular soruluyor.
Bu noktada, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’li mevkidaşı Trump ile geliştirdiği kişisel ilişkiler ve Trump’ın S-400 meselesi başta olmak üzere Ankara’nın tezlerine destek veren sözler sarf etmesi ve bu tutumunu sürdürmesi, piyasalarda ‘panik havasının’ artmasını engelliyor.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un tabiriyle en tepeden yürütülen ‘liderler diplomasisi’, sürece gerçekten olumlu yönde katkı sağladı.
Ülkesinde azil tehdidiyle muhatap olduğu için Trump’ın Cumhuriyetçi Senatörlerle karşı karşıya gelme korkusuyla Türkiye’yi ‘satacağı’ yönündeki kuşkular ya da beklentiler de şu ana kadar boşa çıkmış görünüyor.
13 Kasım’da Erdoğan’ın Washington’a yaptığı ziyaret ve Londra’daki NATO zirvesinde ortaya çıkan görüntü, Trump’ın öyle bir yönelime girmediğini ortaya koydu.
Zaten, azil süreci şimdiden Trump’ın lehine bir rüzgar estirmeye başlamış durumda.
ABD’de yapılan kamuoyu araştırmaları, 11 ay sonra yapılacak seçimlere doğru sırf bu azil süreci nedeniyle ABD Başkanına verilen desteğin artma eğiliminde olduğunu gösteriyor.
Her durumda, 2019’un kalan günleri ve 2020’nin ilk dört ayı, Türk/Amerikan ilişkilerinin nasıl bir renge bürüneceği sorusuna yanıt vermesi bakımından son derece kritik geçecek.