“ABD bu defa dürüst davrandı ama Ruslar sözlerini tutmadı”

“ABD bu defa dürüst davrandı ama Ruslar sözlerini tutmadı”

Tırnak içinde kullandığım için anlaşılmış olmalı, başlıktaki ifade bana ait de

Meteoroloji'den son dakika sağanak yağış uyarısı: Hortum ve sele…
Driver arrested after 39 bodies found in truck container near London
Far-right extremists sent bomb threat to Berlin mosque

Tırnak içinde kullandığım için anlaşılmış olmalı, başlıktaki ifade bana ait değil.

O halde kime mi ait?

Ankara adına hem Washington hem Moskova ile yapılan görüşmelerin, yürütülen müzakerelerin içinde yer alan, bu nedenle de bu konularla ilgili söyledikleri dikkate alınması gereken üst düzey bir Türk yetkiliye ait.

Hatırlayalım…

9 Ekim’de Barış Pınarı Harekâtı başladığında, konu hızlıca Amerikan iç siyasetinin, medyasının bir numaralı gündem maddesi haline gelince, Beyaz Saray yönetiminin etekleri tutuşmuş, Başkan Yardımcısı Pence’in başkanlığında bir heyet apar topar Ankara’ya gelmişti.

Ankara’da bir mutabakat sağlanınca bu defa Rusya Devlet Başkanı Putin hemen telefona sarılıp Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Soçi’ye davet etti.

Bir anlaşma da Ruslarla yapıldı.

Peki, gelinen nokta itibarıyla neredeyiz?

Kasım sonu itibarıyla Ankara açısından Kuzeydoğu Suriye için ‘son durum raporunu’ başlıktaki sözler yansıtıyor diyebiliriz.

Sözünü ettiğim kaynağın ifadeleri şöyle:

“Amerikalılar, bu defa dürüst davrandılar. Barış Pınarı Harekât bölgesi olan Rasulayn ile Tel Abyad arasındaki YPG varlığı konusunda verdikleri sözleri tuttular. Ama aynı şeyi Rusya için söyleyemiyoruz.”

Rusya ile Soçi’de varılan mutabakat, YPG’nin 150 saat içerisinde Türkiye sınırından 30 kilometre uzaklaşmasını öngörüyordu.

Süre dolduğunda Moskova, bu işlemin tamamlandığını duyuran bir açıklama da yaptı ama sahadaki durum gerçeği yansıtmıyor.

Türkiye gerek saha istihbaratı, gerekse havadan İHA/SİHA marifetiyle, bölgede olup bitenleri yakından gözlemliyor.

Dolayısıyla, sınır hattı boyunca yapılan çalışmalardan gelen bilgilerin Ankara açısından veriye dayalı bilgiler olduğunu düşünmek mümkün.

ANKARA’NIN SURİYE’DE RUSYA RAHATSIZLIĞI

Cumhurbaşkanı Erdoğan, YPG tehdidinin sonlanması amacına matuf olarak, Suriye’de yeni operasyonların yapılması seçeneğini açık tutmaya devam ediyor.

Erdoğan dün, İstanbul’da kendi adını taşıyan Külliye’nin temel atma töreninde konuşurken şöyle bir cümle kurdu:

“Güvenli bölgeden ve ötesinden ülkemize yönelen tehditler makul bir sürede bertaraf edilmezse bu işi bizzat kendimiz yapmakta tereddüt göstermeyiz.”

Türkiye ile Rusya işbirliğiyle sınır hattının on kilometre derinliğindeki devriyeler devam ediyor.

Ancak Soçi mutabakatının öngördüğü şekliyle, 30 kilometre derinlikteki alandan YPG varlığının uzaklaştırıldığı iddiası teyit edilmiş değil.

Cumhurbaşkanı’nın sözlerinin bağlamı da buraya oturuyor.

Rusya’nın Suriye konusundaki tutumuna dönük rahatsızlık, bunlarla sınırlı değil.

Hafta başında basına, “Kime ait olduğu belirlenemeyen savaş uçakları Türkiye kontrolündeki El Bab ve Cerablus’a hava saldırıları düzenledi” şeklinde bir haber yansıdı.

Haberlere göre saldırıyı gerçekleştiren uçakların kimliği belli değildi ancak Ankara, bu saldırının Rus uçakları tarafından yapıldığı görüşünde.

Bu görüş, iki ayrı kanaldan Moskova’ya sert bir mesaj ile iletildi, “Bu bölgeden varlıklarınızı derhal geri çekin” denildi.

İlave olarak, bu tür sabotaj eylemlerinin S-400 anlaşması dâhil ikili ilişkilerde ağır hasara yol açacağı karşı tarafa bildirildi.

“SURİYE’DE RUSYA İLE NİHAİ ANLAŞMA İÇİN ORTAK ZEMİNİMİZ YOK”

Türkiye, 2016 yılından itibaren Suriye politikasına yeni bir yaklaşım getirerek Rusya ve İran’la işbirliği yürütme politikasına yöneldi.

Geriye dönüp bakılınca, bu politikanın Ankara’nın lehine olumlu sonuçlar da ürettiği görülebiliyor.

Ancak toplamda elde edilen kazanımların zorluklar ve risklerin önüne geçtiği söylenemez.

Ruslar, Suriye’deki hedeflerine ulaşmak için “Grozni Modeli” dedikleri yöntemle gerekli gördüklerinde taş üstünde taş bırakmayan bir tutum izliyor.

Türkiye ile ikili ilişkilerin bu saldırılara karşı ‘frenleme etkisi’ ne kadar olabiliyorsa, o kadar olabiliyor.

İdlib’deki durumun ne kadar zorlayıcı ve ne kadar can sıkıcı olduğu ortada.

Bir de bunların üstüne, Türkiye’nin kontrolündeki bölgeleri istikrarsızlaştırmaya dönük saldırıların eklendiğini düşündüğünüzde işlerin hiç de kolay olmadığı gerçeği karşımıza çıkıyor.

İşin aslına baktığınızda bütün bu sancılı sürecin gerekçesini oluşturan şöyle bir sorunla karşı karşıyayız:

Türkiye ile Rusya’nın Suriye’nin geleceğine dönük yaklaşımları, günün sonunda nasıl bir Suriye görmek istendiğine dair görüşleri, çoğu yerde birbirine taban tabana zıt bir yerde duruyor.

Konuştuğum üst düzey Türk yetkili, bu durumu “oyunun sonuna dair ortak bir yaklaşımın olmamasına” bağlıyor.

Aynı isim, şu ana kadar elde edilen kazanımları “süreç yönetiminin kazanımları’ olarak nitelendiriyor.

Bu ne demek oluyor?

Herkesin ‘mutmain’ olabileceği ortak bir Suriye perspektifinin olmaması, bu yüzden de, menzile ulaşmak için daha aşılması gereken tepeler, dağlar bulunduğu anlamına geliyor.