ABD heyetinin zorlu Ankara sınavı

ABD heyetinin zorlu Ankara sınavı

Geçen sene ABD’deki Halkbank davasını yürüten mahkeme başkanının İstanbul’da FETÖ topl

Trump'tan yeni mesaj: PYD/YPG, bizi savaşa dahil etmek için bazı…
Çavuşoğlu congratulates new Rwandan foreign minister
İzmir Avrupa bisiklet rotasında

Geçen sene ABD’deki Halkbank davasını yürüten mahkeme başkanının İstanbul’da FETÖ toplantılarına katıldığını, bu nedenle taraflı bir tutum sergileyebileceğini yazdığımda, yüksek yargı organlarından birinin eski başkanı arayıp “ABD’de yargı bağımsızdır” sözleriyle yazdıklarıma itiraz etmişti.

Gel de inan şimdi buna…

Demoklesin kılıcı gibi bir yıldır Türkiye’nin tepesinde tutulan Halkbank’la ilgili iddianamenin, tam da Barış Pınarı Harekatı’nı frenlemek için bütün araçların kullanıldığı bir ortamda buzdolabından çıkarılması ‘politik motivasyon’ dışında neyle, nasıl açıklanabilir ki?

İddianamenin içeriğini tartışmanın bile bir anlamı kalmıyor bu durumda.

Amerikan sistemi, Türkiye’nin başlattığı harekatı durdurmak için elde tutulan bütün kozları sahaya sürmüş görünüyor.

Askeri bir yöntemle harekatı engellemeye cesaret edemedikleri için, yaptırım tehdidiyle geliyorlar.

Geçen sene Rahip Brunson krizi nedeniyle bunalıma giren ekonomi piyasaları şimdilik bu son gelişmelerden etkilenmiş gözükmüyor.

Dolar kurlarındaki hareketlilik sınırlı gidiyor.

Gerçi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dün Meclis grubunda sarf ettiği sözler, ‘her türlü senaryoya’ hazırlıklı olduğuna işaret ediyor.

“Bizi yaptırımlarla tehdit edenlere söylüyorum. Azdan az gider, çoktan çok gider. Hadi buyurun” diyerek yaptırım sopasının ucunu gösterenlere meydan okudu Cumhurbaşkanı.

YAPTIRIM TEHDİDİYLE NEREYE KADAR?

Erdoğan’ın Azerbaycan dönüşü gazetecilere yaptığı açıklamalar, sadece şu an için ismi açıklanan bakanlar değil, bizzat kendisinin de böyle bir tehdide muhatap edildiğini gösteriyor.

Şu ifadelere dikkat:

“Siz bu ülkenin başkanına, bakanlarına vize getirmekten söz ediyorsunuz. Neye dayanarak böyle bir şeyi dile getiriyorsunuz? Böyle bir şeyi kabullenmek, yutmak mümkün mü?”

Amerikalılar, muhtemelen Ankara’da yapacakları görüşmelerde de, aynı kozu kullanmak isteyecekler.

“Bu harekatı durdurun, değilse ekonominizi mahvedecek adımlar geliyor” diye tehdit edecekler.

Önceki gün Trump yardımcısı Pence ve Dışişleri Bakanı Pompeo’yu ‘ateşkes’ misyonuyla Türkiye’ye göndereceğini duyurmuştu.

Misyonun ne olduğu belli ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu teklife sıcak bakmayacağı kendi açıklamalarından anlaşılmış oldu.

Ankara, ABD ile ilişkilerde kriz konusu olan alanlarda bir süredir ‘açık diplomasi’ yöntemini kullanıyor.

Kapalı kapılar ardında gelebilecek sürpriz tekliflere, toplumlara açıklanması istenmeyen pazarlıklara karşı ön almak için yürütülen bu yöntemin, hem gizli hedefleri afişe etmek, hem de yapılan hamlelerin haklılığını anlaşılır kılmak gibi sonuçlar ürettiği bir gerçek.

Düşünsenize, Türkiye sınırını boylu boyunca kapatacak bir PKK kuşağı projesi salt kapalı kapılar ardında konuşulmuş olsaydı, afişe edilmemiş bu senaryolar nasıl açığa çıkartılabilirdi?

Karanlık bir odada gizli işler çeviren bir grubun gözüne el feneri tutmak gibi bir şey bu.

ANLAŞMANIN TEK ŞARTI: PKK GÜVENLİ BÖLGEYİ TERK ETSİN!

Pence ve heyeti, Ankara’da yürütecekleri pazarlıkların ‘sınırlarını’ daha uçakları havada iken öğrenmiş oldular.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, grup konuşmasında Barış Pınarı Harekatı’nın hangi şartta sona erebileceğini daha müzakerelerin yapılacağı masalar hazırlanmadan duyurmuş oldu, şöyle bir teklifte bulundu:

“Madem terör örgütü ile bu kadar içli dışlısınız, madem teröristlerin gönlünü etmek uğruna Türkiye’nin müttefikliğini hiçe sayıyorsunuz. Size bir teklifimiz var biz sizler gibi değiliz. Öldürmek için değil yaşatmak için çalışırız. Suriye’deki sorunun en kestirme yolu bu. Bunun için de teklifimiz; tüm teröristler hemen bu gece silahlarını malzemelerini bırakıp belirlediğimiz güvenli bölgeden dışarı çıksınlar”.

SAHA VE MASA AVANTAJI ANKARA’NIN ELİNDE

Pence ve heyetinin Ankara’ya yaptıkları ziyaretin asıl amacının iç kamuoyunda yükselen sert muhalefeti dizginlemek olduğu anlaşılıyor.

Ancak, 9 gün öncesi ile kıyaslandığında ‘saha ve masa’ avantajının Ankara’nın lehinde olduğu görülebiliyor.

Tıpkı S-400 meselesinde olduğu gibi şantaj ve tehdit diline prim vermeyip adım attıkça, Washington’dakilerin işi daha da zorlaşıyor.

Böyle olunca, edilen lafların, havada uçuşan tehditlerin ‘etki katsayısı’ giderek azalıyor.

Türkiye için, işin en zor anı harekat için tek taraflı olarak düğmeye basma anı idi.

Aylar değil, birkaç yıldır “Türkiye bunu yapabilir mi” sorusu herkesin aklındaydı.

“Türkiye bu adımı atarsa ABD ne yapar” sorusu zaten efsaneleşmişti.

9 Ekim 16.00 itibarıyla psikolojik eşik aşılmış oldu.

Hem, Türkiye’nin bu cesareti gösterip harekete geçebileceği, hem de ABD’nin harekat bölgesinden çekilme dışında bir seçeneğinin olmadığı anlaşıldı.

Böyle bir zeminde 9 Ekim öncesine dönmek ne kadar mümkün olabilir ki?