Prof. Dr. Fuat Sezgin’in 17 Ekim 2016 yılında İstanbul Üniversitesi’nde verdiği açılış ders
Prof. Dr. Fuat Sezgin’in 17 Ekim 2016 yılında İstanbul Üniversitesi’nde verdiği açılış dersi sadece öğrenciler için değil, aynı dertle dertlenen İslam dünyasının tamamına idi.
Özetleyerek hatırlayalım;
İkinci yüzyılın yani miladî 8’inci yüzyılın coğrafyasında İslam dünyası batıda İberik yarımadasını içine almakta, Kuzey Afrika’da Atlas Okyanusun’a dayanmakta, doğuda Hindistan’ın büyük kısmına sahip bulunmaktaydı.
Çok geniş bir coğrafyada bu ikinci yüzyılda, yani miladın 8’inci yüzyılında İslam kültür dünyasında, daha evvelki kültür dünyalarında yazılan kitapların
Arapçaya çevrilmesi işine İslamın dördüncü yüzyılının ortalarına kadar devam eden çok sıkı bir çeviri devresi başladı.
Çeviriler büyük bir çoğunluğuyla Yunancadan, kısmen Süryaniceden, Pehleviceden (yani İslam öncesi Farsçadan), Sanskritçeden yapılıyordu.
İslamın bu ikinci yüzyılını biz genelde alma ve özümseme çağı diye görebiliriz.
**
Sadece İslam dünyasının değil, inancıma göre bütün bilim tarihinin en akıllı ve en verimli şahsiyetlerinden biri bu yüzyılda yaşamıştı.
Bununla Câbir b. Hayyân’ı kastediyorum.
Câbir kimya bilimi ile başlamıştı, zamanla devrin bütün ilimlerine uzanmıştı.
Ünlü kimya tarihçisi İngiliz Holmyard onu 18’inci yüzyılda, yani bin yıl sonra yaşamış olan Lavoisier ile kimya tarihinde aynı yükseklikte görüyordu.
**
İslamın ikinci, miladın sekizinci yüzyılında Bağdat, Bizans, Mısır ve Asya’dan bilim adamlarının ve kitaplarının akın ettiği bir merkez olmuştu.
**
İslamın 3’üncü yüzyılının ilk çeyreğinde üç cebir kitabı birbirlerine çok yakın zamanda yazıldı.
Bunlardan muhtemelen ilki Halife el Me’mûn’un astronomlarından ve coğrafyacılarından el-Hwârizmî idi.
Cabir ve Harizm’in yazdığı iki kitap Latinceye çevirileriyle Avrupa’da tanınan ilk matematik kitaplarıdır.
11’inci yüzyılın ikinci yarısında, dönemin en büyük matematikçilerinden biri olan filozof ve şâir Ömer Hayyâm kubik denklemlerin genel bir tanıtımını gerçekleştirdi.
Timur’un torunu El-Kâşî İslam kültür dünyasının en büyük astronom ve matematikçilerindendi.
Araplar 711’de İber Yarımadası’nı ele geçirip 20 yıl içinde çok büyük bir kısmını hükümleri altına aldılar.
9’uncu yüzyılda İslam bilimleri Endülüs’e hemen hemen yerleşmişti.
Mesela büyük matematikçi ve astronom Naşîreddîn et-Tûsî’nin kitapları 13’üncü ve 14’üncü yüzyılda Farsçadan Yunancaya çevrildi
Bunu bazı Avrupa’lı bilginler yeni bir Rönesans, bazende «Fars Rönesansı» diye adlandırdılar.
**
Rönesans anlayışını felsefe tarihçisi Fransız E. Gilson 1955’te yazdığı kitabında “profesörler rönesansı” diye alaya alıyor.
Demek istiyor ki, bir kaç profesör bir gece toplantısında böyle asılsız bir düşünceye geldiler.
Tekrarladılar, tekrarladılar, kendilerini de inandırıncaya kadar.
**
Coğrafya tarihiyle uğraştığım bir sırada bizim tanınmış Kâtip Çelebi’nin inanılmaz bir hükmüne rastladım.
Onun dile getirdiği düşünce Avrupalıların, Yunanlılardan coğrafya bilgisini alıp dikkat ve beceriklilikle besledikleri tamamıyla bir yanlış tasarımın ifadesiydi. Müslümanlar M. 11’inci yüzyılın başlarında el-Biruni’nin matematiksel coğrafyayı kurmasına şahit olmuşlardı.
18’inci yüzyıla kadar Avrupalıların ellerindeki bütün doğru haritalar, doğru eylem-boylam cetvelleri İslam dünyasından geliyordu.
**
Acı gerçek şudur ki bütün bu haritaların 18’inci yüzyıla kadar İslam dünyasından geldiklerini Müslümanlar da, bu arada Kâtip Çelebi gibi bir bilgin de, bilmiyorlardı, coğrafya tarihi ile uğraşmamın ilk on yılında ben de bilmiyordum.
Beşerî coğrafyada Müslümanlar daha 10’uncu, 11’inci, 12’nci yüzyılda Avrupalıların 19’uncu ve 20’nci yüzyılda ulaşacakları düzeyde bulunuyorlardı.
Bu gerçeği Kâtip Çelebi’nin de bilmemiş olmasını bir dereceye kadar kabul edebilirim ama onun bu bilgisizliği sunumu, Osmanlıların daha 17’nci yüzyılın ilk yarısında Avrupalılara karşı bir aşağılık duygusu içine düştüklerini gösteriyor.
**
Hafta içinde Mimar ve Mühendisler Grubu MMG tarafından düzenlenen Ar-Ge İnovasyon zirvesinde Merhum hocamız Prof Dr Fuat Sezgin’i anlatan konuşmacıları dinledikten sonra bir kez daha anladık ki; bizi geri bırakan şey geçmişimizi unutmak ve tembellik.