Asil bir mücadelenin içindeyiz

Asil bir mücadelenin içindeyiz

Osmanlı, klasik imparatorluk geleneğinin son temsilcisi idi. Osmanlı, sömürge siyaseti gütmemiştir ve bu özell

21 şehirde 100 DEAŞ’li yakalandı
“جيش المتطوعين” التركي يقدم الخدمات الصحية في منطقة “نبع السلام”
7 YPG/PKK'lı terörist Ayn el Arab'da SİHA’larla etkisiz hale getirildi

Osmanlı, klasik imparatorluk geleneğinin son temsilcisi idi. Osmanlı, sömürge siyaseti gütmemiştir ve bu özelliği ile modern dönem imparatorluklarından ayrılır. Osmanlı’nın sömürgecilik siyaseti gütmemesi önemli bir özelliktir fakat onun ayırıcı özelliği, alamet-i farikası sömürgecilik olan imparator devletlere karşı verdiği uzun soluklu mücadeledir. “Yeni sömürgecilik” kavramının çok farklı açılardan tartışılmasının elzem olduğu günümüzde tarihimizin meselelerini Batı’nın tarihi ile karıştırmamak gerekir. Sayın Erdoğan’ın Katar’da Türkiye’nin Katar’daki askerî varlığı hakkında konuşurken sarf ettiği şu cümle çok önemlidir: “Muadilleri gibi çıkar temelli, hegemonyacı bir zihniyetin ürünü asla değildir.”

Türkiye, muadilleri gibi çıkar temelli, hegemonyacı bir zihniyete sahip değildir ve bunu Osmanlı geçmişi ile ispat eder. Erdoğan’ın bu cümlelerini Türkiye’nin Katar ile birlikte diğer kardeş coğrafyalardaki varlığını izah etmekle sınırlandıramayız. Hatta bu cümleler Türkiye’nin farklı coğrafyalardaki varlığını meşrulaştırmaya da indirgenemez. Bu cümlelerde Türkiye’nin yeni siyaset tarzını görebiliriz. Türkiye, kardeş coğrafyalarda güç merkezlerinin oluşması için çaba sarf ediyor ve yeni sömürgecilik karşısında bu güç merkezlerinin ayakta kalmasını istiyor. Bunun, Osmanlı modelinin yenilenerek devam ettirilmesi manasına geldiğini düşünüyorum. Kardeş coğrafyaların Türkiye ile birlikte güç inşa etmesi, antiemperyalizmin başarısı açısından çok önemlidir.

Türkiye yakın coğrafyasında güç merkezlerinin oluşturulması düşüncesine şartların zorlamasıyla geldi. Bugünlerde çokça gündeme getirildiği gibi bu, Türkiye’yi maceralara sürükleyen bir siyaset de değildir. Yaklaşık otuz yıldır devam eden yeni işgal ve istila dönemine karşı Türkiye kendi varlığını da korumak amacıyla kardeş coğrafyaların ayakta kalması ve o bölgelerde da güç inşa edilmesi yönünde adımlar atıyor. Somali gibi ülkelerdeki askerî varlığımız “yeni sömürgecilik” siyasetinin saldırganlığı karşısında kardeş coğrafyaların ayakta kalması siyasetine işaret etmektedir. 19. yüzyıl sömürgeci devletleri hedef coğrafyalarda kendine bağladığı unsurlarla yeni bir istila, işgal ve sömürü sistemini kurmaktadır. Bu sürecin önemsenmesi gerektiği açıktır.

FETÖ meselesi Türkiye açısından çok önemlidir. Bağımlı yapıların önemini FETÖ üzerinden kavramak mümkündür. Hatta “yeni sömürgecilik” döneminin ne anlama geldiğini ve işleyiş tarzını da FETÖ üzerinden belirlemeye çalışmak doğru bir davranış olurdu. Ne yazık ki yeni emperyalist istila, işgal ve sömürü sistemi üzerine çalışmak gerekirken tam aksi yönde gündemlere teslim oluyoruz. Bu da Türkiye’de çok güçlü bir lobinin varlığına işaret eder. Belirli çevrelerin kasıtlı bir şekilde FETÖ meselesini liberal hukuk çerçevesine sıkıştırmaya çalıştığı görülmelidir. Bunda önemli ölçüde başarı sağladılar. Oysa FETÖ meselesinde hukuku ilgilendiren olaylar oldukça sınırlıdır. 17-25 Aralık’ı da içine alacak şekilde zamanı genişlettiğimizde beş yıldır FETÖ meselesi “hukukî deliller” bağlamında ele alınıyor. FETÖ ve benzer yapıları yeni sömürgecilik bağlamında ele aldığımızda durum değişiyor.

PKK’nın hendek teröründe görüldüğü gibi FETÖ Türkiye’yi içeriden hareket edemez hâle getirmişti. Aynı yapı, MİT Tırları baskını ile Türkiye’yi uluslararası alanda hareketsiz kılmaya çalışmıştı. Türkiye’yi içeride ve dışarıda hareketsiz kılan faaliyetlerin FETÖ eksenli bir yapılanma tarafından icra edilmiş olmasını dar sınırlar içerisinde anlayamayız. FETÖ eksenli ifadesinin altını çizmem gerekiyor. Örgütün yeni sömürgecilik bağlamında farklı merkezlerde kendini yeniden üretiyor olması emperyalizm açısından bağımlı yapıların önemini bir kez daha gözler önüne serer. Bütün coğrafyayı hareketsiz kılmaya çalıştıkları ve bunun için de içeriden ele geçirmeye önem verdikleri görülmektedir. FETÖ ve bileşenleri gibi bir ifadenin yabana atılmaması gerekir. Alman cumhurbaşkanının Türkiye’den kaçan adi bir suçluyu makamında ağırlaması sıradan bir olay değildir.

Birtakım tartışmaları geride bırakmalıyız. Türk ve İslam dünyasının Batı emperyalizmi karşısında kendini yeniden üretmeye çalışmasını önemsemek gerekiyor. Kendi coğrafyamıza oryantalist bir gözle bakmanın anlamı yok. Müslüman kuşakta muazzam hareketlilik yaşanıyor. Bu kadar büyük baskılara karşı direnç alanları üreten, teslim olmayan, işbirlikçiliğe yanaşmayan bu dünyanın yerli ve millî güçlerini ayakta alkışlamak gerekir. Bu, asil bir mücadeledir.