1 Aralık’ta yaptığımız programda İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, terör örgüt&
1 Aralık’ta yaptığımız programda İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, terör örgütü PKK ile mücadelenin geldiği durumu ‘ring’ benzetmesiyle anlatmıştı.
Şu sözlerle:
“Bir boksör, bir başka boksörü ringin köşesine sıkıştırmış. Onun hamle yapmasına fırsat vermeden sürekli indiriyor. Biz de sürekli indiriyoruz. O köşeden çıkabilmesi mümkün değil artık. Oradan soyunma odasına geçecek oraya da gireceğiz. Soyunma odası da Kandil oluyor.”
Soylu, bu sözleri, kendisine sorduğum bir soru üzerinden sarf etmişti.
O soru da şuydu:
“40 yıldır değişik zamanlarda gazetelerde ‘PKK artık belini doğrultamaz, bitti’ şeklinde manşetler atılırdı. Bugün dünden farklı olan nedir?”
Bakan Soylu, yukarıdaki ‘boksör’ teşbihi ile uyumlu olacak şekilde, son durumun arka planına dair üç tane gerekçe sıraladı.
Yine kendi sözleri üzerinden aktaralım:
1- “Savunma sanayiinde eğer o hamleleri gerçekleştirmeseydik, yani yerlilik, millilik oranını 20’lerden 70’lere taşımasaydık bunları konuşamazdık.”
2- “Biz devlet olarak bir şeye daha karar verdik. Profesyonel bir yapıya geçtik (Süreli askerlik uygulamasından vazgeçilip, mesleği askerlik olan profesyonellerle mücadelenin sürdürülmesi M.A). Manşetlerin atıldığı dönemde biz profesyonel bir yapıya geçmemiştik.”
3-“Teröre kaynağında karşılık verme, sürekli alan hakimiyeti gibi yeni bir anlayışla hareket etme. Bu sadece bir motto değil, bir eylem biçimi.”
Ringde başını kaldıramadan sürekli yumruk yiyen bir örgüt benzetmesinin altını dolduracak başka gerekçeler de var.
Onları da aktaralım.
Örneğin, İçişleri Bakanı’nın “Bir üniversite gibi çalıştık” sözleriyle anlattığı ikna faaliyetleri.
2016 ortalarında başlayan uygulama çerçevesinde güvenlik güçleri şu anda 5300 aile ile görüşmeler yapıyor.
Ne için?
Çocukların dağdan indirilip ailelerine ve topluma kazandırılması için.
Peki ya sonuç?
Şu ana kadar PKK’ya katılıp da ikna edilerek dağdan indirilenlerin sayısı, 600’ü geçmiş durumda.
PKK türü örgütler, katılımların yoğunluğu ölçüsünde güçlü kalabilirler, bir başka ifadeyle güçlerini büyük ölçüde bu sayede koruyabilirler.
Geride kalan on yıllar içerisinde, toplam militan sayısının 4,5 katını kaybettiği halde PKK’yı ayakta tutan, dönem dönem gücünü artıran temel bir faktör de örgüte katılımların devam etmesi idi.
Yani sürekli kayıplar verse bile, katılımlar sayesinde PKK kendisini yenileyebiliyordu.
Süleyman Soylu, bu yıl içerisinde örgüte katılanların toplam sayısının 108 olduğunu dile getiriyor.
Bu ne anlama geliyor?
PKK artık eskisi gibi adam devşiremiyor, dağa adam çıkaramıyor anlamına geliyor.
Sadece bu yıl ikna edilerek ailelerine kavuşturulanların sayısının 235 olduğunu düşündüğümüzde, “Örgüt kan kaybediyor” biçimindeki bir ifadenin, 90’lı yıllarda atılan manşetlerin aksine bu defa gerçekten yerli yerine oturduğunu söyleyebiliyoruz.
Önceki gün, PKK’ya katılanların ikna edilerek geri getirilmesinin, istatistiklerin ötesine geçen asıl anlamının nasıl bir şey olduğunu gösteren 2 dakikalık bir video paylaşıldı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, yanında İçişleri Bakanı Soylu ile birlikte, oğluna kavuşan Diyarbakırlı anne-baba ile telefonda konuşuyordu.
Karşıdan gelen ses, hayatlarının en güzel anını yaşamakta olan bir anne babaya aitti.
Anne Hatice Ceylan konuştuktan sonra, Diyarbakır şivesiyle “Babamız da oğlumuz da burada olur” deyip telefonu baba Abdülkadir Ceylan’a verdi.
Güzel temenniler, dualar…
Bu haber aynı zamanda, Diyarbakır’da HDP önünde eylem yapmaya devam eden anneler için de, seslerinin karşılık bulduğunu gösteren yeni bir umut anlamına geliyordu.
Önemli bir nokta daha var:
Yazının başından beri aktardığımız rakamların, yapılan değerlendirmelerin, anne babaların evlatlarıyla buluşmalarının biraz daha yukarıdan bakıldığında, içinden geçtiğimiz ‘atmosferle’ doğrusal bir ilişkisinin olduğunu söyleyebiliriz.
PKK nasıl bir atmosfer içerisinde?
Örgüte katılımı teşvik edecek, PKK’nın Kürtler üzerinde propaganda gücünü kullanabileceği bir ortam var mı?
Bu atmosfer dün nasıldı, bugün nasıl?
Süleyman Soylu’ya 1 Aralık’taki buluşmamızda sorduğum iki soru ve bu sorulara verdiği yanıtlar, şu yukarıdaki diğer soruların da içini dolduracağını düşündüğüm için kıymet arz ediyor.
1- Terörle mücadele hukuk sınırları gözetilerek mi yapılıyor? İnsan hakları ihlalleri, işkence suçlamalarının bir karşılığı var mı?
2- Ak Parti döneminde atılan demokratikleşme adımlarının Kürtleri ilgilendiren kısmıyla ilgili bir geri adım, ya da bu haklardan vazgeçmek söz konusu mu?
Bu sorulara Süleyman Soylu’nun verdiği esaslı cevaplar var.
Ama bugün yerimiz dolduğu için, başka bir yazıda onları anlatalım.