Arap milliyetçiliğinin Osmanlı düşmanlığı üzerinden inşa edildiği fikrini bugün her a&cc
Arap milliyetçiliğinin Osmanlı düşmanlığı üzerinden inşa edildiği fikrini bugün her açıdan sorgulamalıyız. Araplar, milliyetçilik, düşman ve Türklerin bir fikir etrafında bir araya getirilmesi gibi bir genelleme söz konusu. Elbette birkaç örnekten hareketle bu fikrin içini doldurmak mümkündür. Yirminci yüzyılda böylesi bir ortam inşa edildiği için ötekisi Türk olan bir Arap ulusçuluğu fikri çok da yadırganmadı. Fakat artık o günlerin üzerinden çok zaman geçti.
O günlerin üzerinden çok zaman geçti cümlesini söylerken elbette Türkiye’deki Suriyeliler üzerinden yeniden düşmanlık üretmeye kalkanları göz önünde bulundurmak gerekir. Türk halkının kahir ekseriyeti ülkemize sığınmış bu Misak-i Millî ahalisine kucak açarken, kimlerle birlikte olduklarını bilmediğimiz ve kimin adına konuştuklarını anlamakta zorlandığımız şahıslar Anadolu’nun aşina olmadığı bir düşmanlık duygusundan hareket etti. Osmanlı kaybettiği için Arap coğrafyasına egemen olanlar İngiliz’in altınına baştan gönlünü kaptıranlardı. Onların Arap toplumlarını temsil ettiklerini söyleyebilir miyiz? Kesinlikle hayır. Türkiye’deki Suriyelilere karşıt olanların bizi temsil ettiklerini söyleyebilir miyiz? Kesinlikle hayır.
Arap toplumlarının liderleri mağlubiyetten sonra Batı’nın askerî desteğine çok şey borçluydu. Liderlerle halkın arası gittikçe açıldı ve despot yönetimleri başka despotlar yıktı. Arap ulusçuluğunun Türk düşmanlığı üzerinden inşa edildiğini iddia edenler Arap sokaklarında Batı’ya karşı mücadele ve öfkeyi görmezden geldi. Hâlbuki 1920’lerden sonra Araplar sokaklarının dili Batı ile mücadele üzerinden şekillendi. Suriyeliler daha o tarihte Fransa ile mücadeleye başladı. Suriyelilerin Arapçılığını Türk düşmanlığı ile tarif edenler herhalde Medine Müdafaası’nı okumamıştır, okusa bile anlamamıştır. “Peygamberin Gölgesi’ndeki Son Türkler”, Anadolu’ya doğru gelirken saldırıya uğrayacaklarını düşünmüşler fakat inanılmaz bir coşkuyla karşılanmışlardır.
Nil’in yiğit evladı Mustafa Kamil Paşa gibi Emir Şekip Aslan gibi Satı el-Husrî gibi şahısları iyi anlamak gerekir. Aynı şekilde yirminci yüzyılın Batı emperyalizmine ve onun Arap temsilcilerine karşı mücadele veren Arap mütefekkir ve eylem adamlarını başka bir gözle değerlendirmek gerekir. Raşid el-Gannuşî gibi yaşayan fikir adamlarını iyi anlamak gerekir. Tunus, Libya, Cezayir, Mısır, Suriye, Filistin, Irak ve diğerlerini bizim diyerek sahiplenirken elbette imparatorluk coğrafyasının acılı tarihine bir gönderme vardır. Kimse o topraklarda yaşayanlar üzerinde sömürgeci bir perspektife sahip değildir. Ne Osmanlı döneminde ne de sonraki zamanlarda sömürgeci bir dile sahip olmamıştır. İtalyan ordusu Libya’ya ayak bastığında Osmanlı subayları tereddüt etmeden askerî kıyafetlerini çıkararak Derne’ye koştu. Büyük mücahit Ömer Muhtar’ın mücadelesini anlatan filmde kahramanın idamından önce yirmi yıldır İtalyanlara karşı savaştığını söylemesi oldukça manidardır. Bahsettiği başlangıç tarihi, Osmanlı askerlerinin Trablusgarp ve Bingazi’ye vardığında başlayan yeni tarihtir. Hani şu Maraşlı Şeyh Oğlu Satılmış’ın “On yıl var ayrıyım Kına Dağı’ndan” dediğinde aynı tarihi kastettiğini bilmezsek Ömer Muhtar’ın yirmi yılı bizim için sadece bir yirmi yıl olur. Maraşlı Şeyh Oğlu Satılmış memleketine varamadı. Yorgun ve zayıf bedeni hastalığa dayanamadı, sağ indiği handan ölüsü çıktı. Ömer Muhtar ömrünü idam sehpasında tamamladı.
Yirminci yüzyıldan öğreneceğimiz çok şey var. Fransa yönetiminin Suriye’yi terke mecbur kalmasından sonra Halep Kalesi’ne Türk bayrağının çekilmesini önemsemek gerekir. Sokakların dili buydu. Misyoner okullarında inşa edilen Türkiye karşıtlığını, zayıf olduğumuz dönemlerde ciddiye alabilirsiniz fakat bugün aynı dil üzerinde coğrafya inşa etmek mümkün değildir. Bilmek gerekir. Milyonlara varan Türkiye’deki Suriyeliler yeni bir coğrafyanın inşa edilmesinde büyük rol oynayacaktır. Bundan sonra misyoner okullarında üretilen fikirler ile İslam şehirlerinin sokaklarında kendini inşa eden fikirlerin mücadelesini göreceğiz. Bu fikrin inşa edilmesine Barış Pınarı ordusunun katkısını şimdiden hesap etmek çok da kolay değildir.
Geçen asırda güç Batı’nın elindeydi. Onlar üretiyor, onlar konuşuyordu. Bizim adımıza konuşarak bizi ikna ediyorlardı. Biz de öyleymiş gibi davranıyorduk. Bugün yeni bir gerçekten hareket etmek için sebeplerimiz var. Onların yapay gerçekliği sona erdi. Artık Mardin, Halep, Gaziantep, Bitlis, İstanbul ve İzmir kendi hakikatini keşfedip yeni bir coğrafya inşa edebilir.