Bu gün yaşananlar tarihten bağımsız değildir. Ya da bilinen ifadesiyle hatalardan ders alınmadığı i&
Bu gün yaşananlar tarihten bağımsız değildir. Ya da bilinen ifadesiyle hatalardan ders alınmadığı için tarihin tekerrür etmesi ya da dersler vermesidir. Zaten tarihin en az çeyrek asırda bir yazılmasının sebebi de budur. Zira bireylerde olduğu gibi millet ve devletlerde de bir sonraki nesillere devredilen doğrular ve yanlışlar vardır. Öte yandan siyasi tarih açısından doğru ve yanlışlar, yer, bölge, ülke; vatandaşlar ve liderler bağlamında izafidir. Çoğu kere değerlere göre değil, menfaatlere göre şekillenir. Ancak son iki yüz yıla baktığımızda, doğru-yanlış tercihlerinde Doğu’da değerler ekseninde; Batı’da ise menfaatler ekseninde bir ittifakın oluştuğunu söylemek mümkündür. Doğu vicdanında hissettiği bu ittifakı eyleme geçirmekte tereddütler yaşarken; Batı, kurduğu müesses nizamları ile menfaat birliklerini, sürekli yer değiştiren oyuncuları sayesinde adeta bir satranç oyunu gibi sürdürmektedir.
19. yüzyılın son çeyreğine baktığımızda; yüzyılın başında, yani 1815’te kurulan Avrupa Uyumu dengesinin sarsılmaya başladığına ve Batı’nın büyük bir krize doğru sürüklendiğine şahit oluyoruz. ABD’nin henüz oyuncu olamadığı dünya siyasetinde, Avrupa’da İngiltere, Fransa, Almanya ve zaman zaman yaptığı aykırı çıkışları ile Rusya başrolü oynarken, Doğu dünyasını temsil eden Osmanlı Devleti, oyun dışına itilmişti.
19. yüzyılın son çeyreğinde, Batı’da devletlerin menfaatlerine göre şekillenen bloklar oluşturulmaya başlandı. Bir taraftan yeni yükselen Almanya, diğer taraftan İngiltere ve Fransa bu bloklara öncülük ediyordu. Rusya, Avusturya ve bazen İtalya bu blokların değişkenleri yani ihtiyaca göre payandalarıydı. Mesela, Almanların 1871’de Fransızları yendiği Sedan Savaşı’ndan sonra Almanya, Rusya ve Avusturya Macaristan arasında Üç İmparator Ligi kuruldu. Ama Batı bunu kaldıramadı. Çünkü, Rusya’nın Batı Avrupa’nın burnu dibinde Balkanlar’daki faaliyetleri müesses nizamları sarsabilirdi. Nitekim Batı’daki müesses nizam bu ligden Rusya’nın atılmasını sağlayarak, Almanya, Avusturya Macaristan arasındaki İki İmparator Ligini doğurdu. Bir süre sonra, ilginç bir şekilde, bu ligin payandası İtalya olunca üçlü ittifak meydana getirildi.
Satranç tahtasında oyuncular hep hareket halindeydi. Fransa boş durmadı ve Rusya ile askeri bir ittifak kurup, Batı’da ayak sesleri duyulan savaşın bir müddet ertelenmesini sağladı. Bu süreci, dönemin en önemli siyasi katalizörü olan İngiltere, başka bir seviyeye taşıdı. Hem Fransa ve hem de Rusya ile ayrı ayrı askeri anlaşmalar yaparak 20. yüzyılın geleceğini belirleyecek olan I. Dünya Savaşı’nın önünü açtı.
1919’da Paris’te toplanan Barış Konferansı, ABD’yi de sistemin içine dahil ederek, Batı’nın müesses nizamına yeni bir yol haritası çizdi. Adı Barış Konferansı olsa da Batı’nın benimsediği yöntem, barış görünümünde sürekli kaostan beslenmek idi. Nitekim Paris Konferansı 1919 sonunda Londra’ya taşındığında, bu yöntemin pekiştirilmesinden başka bir şey yapılmadı. Nisan 1920 de San Remo’da bir daha pekiştirilen kaos sistemi; Ağustos 1920’de Osmanlı’ya dayatılan Sevr Anlaşması’na döndü. Tamamıyla Batı eksenli bir dünya düzeninin kurulması için engel görülen Doğu’daki en önemli gücün tasfiyesi hedeflendi.
Üzerinden yüz yıl geçmesine rağmen dünya hala o savaşın etkisinden kurtulamadığı gibi, üzerindeki kalın perdeyi de aralayamamıştır. Ancak bıraktığı sorunlar, dönemi anlamak için önemli ipuçları vermektedir. Batı, bu süreçte kendini yeniden kurdu. Osmanlı parçalanıp, Ortadoğu ve Kuzey Afrika oluşturulurken; Afrika kıtası tamamen Batılıların hegemonyasına girdi.
Batı aslında iki istisna dışında büyük ölçüde başarılı oldu. Biri kendi ittifakı içinde tutamadığı Rusya’nın bolşevizme kayarak ayrı bir dünya kurması; diğeri de bu zillete dur diyen Anadolu’daki Milli Mücadele hareketi oldu.
Lafı uzatmanın gereği yoktur. Hele bu sürecin doğurduğu memnuniyetsizliğin sebep olduğu II. Dünya Savaşı’na da girmeye hacet yoktur. 21. yüzyılın ilk çeyreğindeyiz ve dünya kendisini tekrar etmeye başlamıştır. Yeni çeyreğin tarihi yazılırken, Batı’da ABD öncülüğünde sürdürülen kaos nizamı da sarsıntılar geçirmektedir. NATO’nun beyninin çürüdüğü iddiaları, ittifakların çözülmeye başlaması; Avrupa liderleri kendi aralarında ihtilaf yaşarken, Trump’a karşı ittifak arayışında olması Batı’nın müesses nizamının yeni sarsıntılarıdır. Çin’in yükselişi, Afrika’daki uyanış da sistemin bir diğer korkulu rüyasıdır.
Dünya yeniden kurulmaktadır. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde olduğu gibi; yine devrede iki güç, iki önemli oyuncu sahnededir. Türkiye ve Rusya. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Rusya Devlet Başkanı Putin’in Batı’da sürekli eleştiriye tabi tutulması bu sarsıntıların eseridir. Cumhuriyetin kurulmasından ama özellikle NATO’ya girmesinden sonra Batı ittifakı içinde tutulan Türkiye’nin bugün kendi başına hareket etmesi; Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, liberal dünyaya eklemlenmeye çalışılan Rusya’nın terbiye edilememesi Batı’nın en büyük problemleridir. Gündemde tutulan S-400, F-35, DAEŞ, PYD/YPK ve diğer problemler bunun görünen bahanesidir. Nitekim son zamanlarda liderler arasındaki ilişkiler ve tabii ki, Erdoğan-Trump görüşmelerini de bu şekilde yorumlamak gerekmektedir.