Batı’nın ve Fransa’nın kontrolsüz siyaseti

Batı’nın ve Fransa’nın kontrolsüz siyaseti

NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi, kuruluşunun 70. yılı olması dolayısıyla epeyce bir gü

العراق.. مسلحون تنكروا بزي الشرطة يختطفون ضابطا في وزارة الداخلية
Former Syrian astronaut in Turkey set for citizenship
Hakan Atilla Borsa İstanbul Genel Müdürlüğü'ne getirildi

NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi, kuruluşunun 70. yılı olması dolayısıyla epeyce bir gündem oluşturdu. Zirve öncesinde başlayan tartışmalar özellikle Fransa ve Türkiye arasında söz düellosuna dönüştü. PKK-PYD’nin NATO üyeleri tarafından korunmaya alınması Türkiye açısından hayatî bir meseleydi ve Türkiye, Suriye’nin kuzeyine yaptığı Barış Pınarı Harekâtı ile coğrafyanın çözülmesini sağlayacak terör projesini çöpe attı. Başta ABD ve Fransa olmak üzere Türkiye’nin kararlı tutumundan rahatsızlıklarını gösteren üye ülkeler NATO’yu sorgulanır hâle getirmiş oldular.

NATO, hiçbir zaman Türkiye’nin kendi başına hareket etmesine izin vermemişti. Özellikle Sovyetler’in dağılmasından sonra Türkiye ve Türk dünyası ilişkilerinin geliştirilmesini planlı olarak engelledi. 1970’lerden itibaren büyüttüğü bağımlı yapıların Türkiye’yi sadece Kafkaslar ve Türkistan’da engellemediği Ortadoğu ve Afrika için de benzer bir durumun geçerli olduğu anlaşıldı. 2013’te Mısır ve Türkiye’ye aynı anda içeriden müdahale edilmesi tek merkezin kararıydı.

Resmî düzeyde açıkça tartışma konusu hâline getirilmese de üye ülkelerde NATO hep tartışılmıştı. Özellikle İtalya’da başlayan Gladio merkezli tartışmalar Türkiye’de de gündem olmuştu. Fakat içeriden farklı bağımlı yapılar eliyle ülkeleri işgal edecek düzeye ulaştıklarını kimse düşünmemişti. Türkiye’nin 2012’de FETÖ’yü tasfiye etmek için adım atmasıyla birlikte maruz kaldığı iç ve dış saldırılarla kıyaslandığında İtalya’nın Gladio’ya karşı mücadelesi devede kulak mesabesindedir. Türkiye, süreci bağımsızlaşma olarak tanımlamakla hata etmiş değildir. Bu tanım, Türkiye’nin yirminci yüzyılda bağımsız bir ülke olmadığına işaret etmez. Türkiye bağımsız bir ülke olmakla birlikte NATO gibi uluslararası kurumların etkisindeki bağımlı yapılarla emperyal merkezlerin nüfuzunda tutuluyordu. FETÖ gibi bağımlı yapıların derinliği hakkında hâlâ sağlıklı bir değerlendirme yapılamaması büyük bir sorundur.

Türkiye, uluslararası kurumları sorgulamaktan geri kalmıyor ve bu, kurumların yeniden düzenlenmesi ve hakkaniyetli bir sistem oluşturulması idealinden kaynaklanıyor. Türkiye’nin meşru ve güçlü bir taraf olması değişim taleplerini etkili hâle getiriyor. Sistem içinde kalarak sistemin düzeltilmesi yönünde bir siyaset takip etmek, Türkiye’nin farklı bloklar nezdinde güvenilir ülke olmasını sağlıyor. Bu yöndeki faaliyetleri denge siyaseti olarak tanımlamak doğru olmasa gerek. Zira Suriye’nin kuzeyinde oluşturulan terör koridoruna müdahale örneğinde görüldüğü Türkiye, küresel güçleri karşısına almaktan da çekinmiyor. Libya ile yapılan Doğu Akdeniz anlaşması da denge siyaseti olarak tanımlanamaz.

Emmanuel Macron’un kontrolsüz bir şekilde Türkiye karşıtı açıklamalar yapması geçmişteki Batılı “ince siyaset”in eşit olmayan koşulların ürünü olduğunu gösterir. Sorun Macron’un iyi yetişmemiş bir siyasetçi olmasıyla alakalı değil. Türkiye, sahada ve masada etkili oldukça tanımlar da değişmeye başladı. Kontrolsüz çıkışlar çözüm üretememekten kaynaklanıyor. Türkiye’nin hem Suriye’de hem de Libya’da eş zamanlı olarak çözüm üretmesi, NATO gibi kurumların bağımlı yapılar eliyle oluşturduğu kontrol mekanizmasının etkisizleştiğini gösteriyor. Fransa emperyalist bir devletti. Yeni sömürgecilik döneminde de aynı yolda ilerlemek istiyor. Özellikle Afrika’da ve Müslüman coğrafyada rahat hareket edemeyeceğini anlayınca sağlıklı bir siyaset üretemediler. Alelacele Cezayir’i bombalamaları kaba emperyalist askerî müdahaledir. 90’ların başında İslamî Selamet Cephesi’nin, Cezayir’de demokratik seçimlerle iş başına gelmesini hazmedemeyip askerî müdahale yoluna gitmeleri de kaba emperyalist siyaset örneği idi.

Ne Cezayir’de ne de Libya’da istediklerini elde edemiyorlar. Türkiye’nin verdiği antiemperyalist mücadele bütün Türk ve İslam dünyası için, hatta Afrika için bir ilham kaynağı olmuştur. Yakın coğrafyamızın muazzam bir direniş sergilediğini görmek gerekiyor. Coğrafyanın yerli ve millî dinamiklerini ciddiye almak gerekiyor. PKK-PYD, DEAŞ, FETÖ ve benzer terör örgütleri bizim coğrafyamızın iç dinamiklerinin ortaya çıkardığı meşru yapılar değildir. Bu coğrafyaya ait olmadıkları, köklerinin dışarıda olduğu bilinmeyen bir durum değil. Türkiye’de muhafazakâr muhaliflerin de dâhil olduğu bir kesim ısrarlı bir şekilde İslam dünyasının zaaflarına odaklanmamızı istiyor. Doksanlardan sonra İslam dünyasına yönelik ağır emperyalist müdahaleleri görmezden gelip “suçu” coğrafyamıza yüklüyorlar. Onlara Macron’u takip etmelerini öneririz.