Bazen geçmiş geri gelir…

Bazen geçmiş geri gelir…

İstanbul Belediye Başkanı ve eşinin Cumhuriyet Kutlaması için Taksim’i ya da Yenikapı’ yı de

Ceren’in ismi parka verildi
Soçi mutabakatının en püf noktası
Libyan defendant gets death for 2017 attack in Egypt

İstanbul Belediye Başkanı ve eşinin Cumhuriyet Kutlaması için Taksim’i ya da Yenikapı’ yı değil de Sultanahmet’i seçtiği 29 Ekim akşamı Serdar Akar’ın yönettiği Çiçero adlı filmi izledim. Sayın Ekrem İmamoğlu seçim kampanyasındaki yol arkadaşlarını hızlı bir şekilde değiştirmiş olmalı ki, sembolleri yanlış okuyan, kemikleşmiş CHP zihniyeti ile çok yanlış bir başlangıç yaptı. Onun yanlış başlangıcı bazılarının içini dışarı çıkarmasına vesile oldu. Bakınız “İstanbul Müslüman işgalinden kurtuldu” diye tivit atanlar.(Tivitin sahibinin adını anmayacağım.)

Dilek İmamoğlu’nun sahne sanatçılarını “kıskandıracak” kıyafeti üzerinden, “Cumhuriyet kadını kimdir” tartışması hortlayınca Çiçero filminin de etkisiyle olacak İnönü’lü günlere gittim.

Böyledir, bazen geçmiş bir kokunun eşliğinde gelir, bazen bir resmin, bazen bir ismin. Orta okul yıllarımdan bir kaç sahne… 26 Aralık 1973 Çarşamba . Böyle hafıza olmaz diyorsunuz. Olmaz tabi. Eğer o gün İsmet İnönü’nün öldüğü günün ertesi gün olmasaydı bu kadar net tarih vermem mümkün olmazdı elbet.

Sosyal Bilgiler dersindeyiz, öğretmenimiz –ki kendisi asla hocam denilmesine müsaade etmez her hocam ifadesine bir eksi verirdi- ağlamadığımız için bize kızıyor. Bağırdıkça bağırıyor. Bizi yurtsever olmamakla suçluyor. İsmet İnönü’nün öldüğü gün yüzlerimizin sarı, gözlerimizin kırmızı olması gerektiğini söylüyor. Kendi çehresi tam da böyle. Sosyal Bilgiler öğretmenimizin adı Hikmet Özdemir idi. Hikmet Özdemir sadece İnönü hayranı idi, dindarlar ile ilgili herhangi bir cümle kurmazdı. Oysa Türkçe öğretmenimiz her ders dindarların aleyhine şeyler söylerdi.(Allah’ın inayeti yıllar sonra ağabeyim kendisini sakallı bir yaşlı olarak cami cemaati olarak bulmuştu.) Türkçe Öğretmenimizin söylediklerine itiraz eder, her itirazın karşılığını şiddetli bir şekilde kulağımın çekilmesiyle alırdım. O yaz babam tesadüf eseri kulak kepçemin etinden ayrıldığını ve yara olduğunu gördü. Yara bu hale gelinceye kadar niye haber vermedim diye kızdı. Haber veremezdim. O zaman babam okula gelecek öğretmen ile tartışacaktı. Muhtemelen bana da öğretmenlerimle tartışmamam gerektiğini öğütleyecekti.

Türkçe öğretmenimiz en çok Menderes’in sevgililerini diline dolardı.(Orta birinci sınıfta bir öğrencinin değerler dünyası için ne şiddetli ve ne anlamsız bir “katkı”. İsmet İnönü’nün düzgün aile yapısını örnek verir yobazların –Müslüman demezdi yobaz derdi- ne kadar koyun olduğunu söylerdi.

Menderes’in özel hayatı ile ilgili cümleleri Büyükbabama sorardım, ispat edilemeyecek iftiralarla adamın başını aldılar deyip gözyaşı dökerdi. Büyükbabamın gözyaşı, onun kuşağının çoğunda rastlanan bir davranıştı.1924 doğumlu olan büyükbabam yokluğu ve kıtlığı 4 yıl askerliği görmüş biri olarak Anadolu köylüsünün ilk defa eline para geçmesindeki katkı için Menderes’i hayırla anardı. Ama ile de ezana kavuşmak.1932’den 1950’ye kadar 18 yıl ezansız yaşamak. Türkçe ezan demezdi rahmetli. Ezansız yaşadık derdi. Tanrı Uludur diye minarelerden seslendirilen “Türkçe ezan” 1932 yılında yani Mustafa Kemal zamanında yürürlüğe girdiği halde halkta karşılığı neden bunlar “sağırın işi” diye bir kabule dönüşmüştü?

Bütün bunları yazmama Çiçero filminin vesile olmasına gelince… Filmde bir Türk casus, İlyas Bazna üzerinden Türkler yüceltilirken –“savaşın kaderini Türkler değiştirdi”- dönemin Başbakanı İsmet İnönü parantez içine alınarak savaşa girmeyen Türkiye imajının bütün başarısı, yedi yıl önce ömrünü tamamlamış olan Mustafa Kemal’le hamlediliyordu. Böylece filmde İsmet İnönü silik bir sahnede şöyle bir gösterilirken; döneminin baskısını hatırlatacak her türlü sahne itina ile gözlerden uzak tutulmuş oluyor.(Gişe kaygısı mı?)

İsmet İnönü iktidardayken etrafında temenna edenler vardı muhakkak. Ama muktedirliğini kaybettiğinde onu savunacak hiç kimse kalmadı.

İnönü dönemi ile ilgili olarak her kesim için zihinlerde kayıtlı bir baskı hikayesi vardı/vardır. Mesela, şimdi kitapları okunma rekoru kıran Sabahattin Ali, İnönü rejiminin baskısıyla Türkiye’den kaçarken kafasına taş vurularak öldürülmüştü, yıl 1948.

Türkiye ve dünya hangi konularda ilerledi hangi konularda geriledi?

Sanırım bir dönemi anlamak, tartışmak konusunda bir arpa boyu yol gitmedik hatta bir hayli geri gittik. Çoğunluk bunu siyaset ile bağlantılı olarak yorumlayacaktır. Konunun siyaset ile ilgili kısmı en fazla % 45 civarıdır. Bir fikri konuşmayı engelleyen daha ziyade “internet medyası”.

İnternet medyası ucuz emek gücü ile uzun saatler eleman istihdam ettiği için, çarpıcı haberlere, yorumlara imza atmak yerine, otuz kelime ile her türlü görüşü indirgeyen başlıklarla kavga üzerinden tıklanma performansı tutturmaya çalışıyor. Ya birileri bir şeyi “savunuyor”, ya birileri “birbirine giriyor” . Ne bir fikir, ne bir duruş, ne de bir ürün önemli “internet medyası” için.

Cehaletten güç devşiren cesaret; bilginin, görgünün, tecrübenin yolunu bir haydut gibi kesiyor.

Geleneksel medya kendini yenilemek yerine, internet medyasını taklit ederek ömrünü daha hızlı bir şekilde tamamlama yoluna gidiyor.

Siz isterseniz intihar diyebilirsiniz elbet…