Bir dal gül üzerinden gündelik hayata çiçekli bakış

Bir dal gül üzerinden gündelik hayata çiçekli bakış

-I- Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi’nde doktora yapan Tokat’ın yerlisi Ahmet Akgül, hem Sivas Havalimanı’n

'حماس': نتفهم حق تركيا في حماية حدودها والدفاع عن نفسها
قدم: فوز بشق الأنفس لغازي شهير على قاسم باشا بالدوري التركي
الصين تعتزم إعفاء واردات أمريكية من الرسوم الجمركية

I-

Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi’nde doktora yapan Tokat’ın yerlisi Ahmet Akgül, hem Sivas Havalimanı’nda karşıladı bizi hem de dönüş yolunda Alpay Doğan Yıldız’ın kullandığı otomobilde yolculuğa eşlik etti. Dönüş yolunda her birimize taze birer kırmızı gül hediye etti. Gülü alırken “Ben bunu Sivas’ta bir hanıma hediye edeceğim” diyerek niyetimi dillendirdim. Niyeti dillendirdiğimde ihtimal arabada bulunanlar, “Kime verebilir ki!” diye bir an olsun zihinlerinden geçirmişlerdir. Aslolan niyettir ve niyete riayet etmek önemlidir. Bu satırların yazarı niyet etmiş, lakin niyete riayet etme bahsinde tutuk davranmıştı.

Toplam 100 dakika bulunduğum Sivas toprağında, yaşadıklarımı yazsam her halde 2020 yılına varırız.

Tam Çifte Minarelerin hüznü ile kavrulmuş iken üstadım Mustafa Kutlu aradı. “Sivas’tayız ve iki gündür esasında siz de bizimleydiniz” dedim ve arkadaşların selamını söyledim. “Alpay Doğan Yıldız’ın kitabı çıktı, bugün kendisine gönderdik” dedi. Üstadın “gönderdik” dediği kitap Alpay Bey’in Mustafa Kutlu hikayeciliğini incelediği yazılardan oluşuyor: Hikmet ve Ahenk.

Bir kaç dakika önce Tokat’tan Sivas’a doğru yol alırken gördüğüm manzarayı işaret edip, “Mustafa Kutlu’nun Dergâh’ın duvarında asılı tablosu tam da böyle değil mi?” demiştim. Mustafa Kutlu’nun o resmine bakarken zihnimde bir Ankara uzun havası dolaşırdı: Bu dağın ardında bir dağ var/ o dağın ardında da bir dağ var. Bundan sonra o resme Sivas görüntüleri eşlik edecek.

Mustafa Kutlu’nun selamından her birimiz nasiplenmiş, İstasyon Caddesi’nden Cumhuriyet Meydanı’na doğru yürüyorduk. Genç bir hanım “Fatma Hanım mı?” dedi. “Evet” dediler. Ben o sıra yanımda olmayan gül için o kadar üzüldüm ki. Genç hanımefendi ile bir kaç adım birlikte yürüdük. Erdem Yayınları’ndan çıkan çocuk kitaplarının yazarı Zekiye Çoban imiş.

Niyet önemli, niyete riayet etmek çok önemli. Ben o gülü unutmayıp o an Zekiye Çoban’a hediye etmiş olsa idim, hem “Hediyeyi hediye etmek sünnettir” sözünün bereketine kavuşacak hem de bir anın olabildiğince genişlemesine vesile olacaktım.

Niyetimi yerine getirdim. Eşyalarımı x-ray cihazının üstüne yerleştirirken güvenlik görevlisi beyefendiden, gülü, x-ray cihazından geçen eşyaların ekran üzerinden kontrolünü yapan genç hanıma vermesini rica ettim. Genç hanım, kendisine çiçek verilmesine inanamadı.

Ah kadınlar, çiçek almayı ne kadar önemsiyorlar.

II-

Uçak havalanırken kadınlar ve çiçek bahsini düşündüm. Benim meselem her zaman değişende değişmeyen üzerine düşünmektir. Değişende değişmeyen nedir, değişende değişmiş olan nedir?

Hayatın sahneleri, bendenizde tığ ile örülmüş, avuç içi ebatları geçmeyen motiflerdir. Onların bir araya gelişinden her zaman derin bir lezzet alırım.

Görevli kadın memurun saadetini görünce, o an tüketim ekonomisini ve geçim ekonomisini çiçek bahsi üzerinden düşünmek çok çarpıcı geldi.

Geçim ekonomisinde kadınlar çiçekleri kendileri yetiştirir. Yetiştirdikleri çiçekler üzerinden tatlı bir rekabetleri vardır. Köy yerlerinde bile –bizim köyü esas alarak söylüyorum elbet- kadınlar patates, fasulye, salatalık, domates ektikleri bahçelerine ille de bir avuç çiçek tohumu serperler. En çok, peygamber gülü, asker çiçeği, karagöz ve yıldız çiçeği olur bahçelerde.

İlk gençliklerini geçim ekonomisinin şartları altında idrak etmiş kadınlar, şehre geldiklerinde ellerindeki her türlü boş teneke ya da plastik kaba çiçek eker. Ama o çiçekler seralardan alınan çiçekler değildir. Misafir gidilen evin çiçeğinden bir dal yaprak ile yetiştirilmiş çiçeklerdir. Yılbaşı, begonya, cam güzeli, yaprağı güzel, kuşkonmaz, deve tabanı, mum çiçeği, sardunya, sarmaşık, çocukluğumda nohut oda bakla sofa evlerin camlarını, evin kapısı ile bahçe kapısının arasındaki yolu şenlendirirdi. Kadınlar, henüz açmış çiçeklerini birbirlerine göstermeyi, bir çiçek dalı etrafında biraz da nispet yaparcasına açan tomurcuğu sabahın gündemi yapmayı çok severdi. Yılbaşı ve mum çiçeğinin tomurcukları mahallede daima “haber” değeri taşırdı.

Özellikle mum çiçeği, nadiren açan ve kokusu çok latif bir çiçek olduğu için efsanesi ile birlikte dolaşırdı. Mesela çok kıskanç olan kadınların evindeki mum çiçeklerinin asla açmadığı gibi.

Çiçek üzerine söylenecek çok şey var. Lakin bana ayrılan “yer”in dibini buldum.