Fransa 1920’de Suriye’yi işgal etti ve o günün koşullarında yeni bir sömürge yönetimi oluştur
Fransa 1920’de Suriye’yi işgal etti ve o günün koşullarında yeni bir sömürge yönetimi oluşturmanın imkânı olmadığı için Suriye’de de manda yönetimi tesis edildi. Yirminci yüzyılı tanımlarken muhakkak bu tarihî dönemi dikkate almak gerekir. Yakın coğrafyamız açısından ele alındığında İngiliz ve Fransız yönetimlerinin şekillendirdiği bir dönemin başındaydık. Elbette 1920’den önce de İngiltere ve Fransa tesiri vardı fakat yeni dönem fiilen onların eseriydi.
Aynı dönemde Anadolu’da işgal bölgeleri oluşturulduğu için gelişen olaylar birbirini etkiliyor ve dönüştürüyordu. Irak da İngiltere hâkimiyetinde olduğu için Türkiye ile alakalı çok önemli adımların atıldığı bir dönemdir. Fransa da İngiltere gibi Ermeni ve Kürt unsurları kendi siyaseti açısından bir araca dönüştürmüş, Suriye’nin kuzey bölgelerine yerleştirmişti. Hoybun Cemiyeti bu dönemde faaliyet gösteren kurumlar arasındadır. Yusuf Sarınay’ın “Hoybun Cemiyeti ve Türkiye’ye Karşı Faaliyetleri” başlıklı makalesinde Kürt ve Ermeni unsurların Suriye’nin kuzey bölgelerinde Fransızlar tarafından desteklendiği ve yönlendirildiği anlatılıyor. Bahsedilen bölgenin yüz yıl sonra terör koridoru olarak karşımıza çıkması oldukça önemlidir.
Fransa, Suriye’nin kuzeyinde her iki unsuru kullanarak yeni bir yurdun temellerini attı. Önemli bir zaman dilimiydi. Yukarıda söylemeye çalıştığımız gibi yeni bir dönem başlamıştı. Ermeni Meselesi’nin ve PKK gibi terör gruplarının yirminci yüzyılın tamamında Türkiye için sorun olduğunu unutmamak gerekir. İngiltere’nin İsrail’i kurmasıyla birlikte Ortadoğu coğrafyası büyük oranda yönetim düzeyinde Türkiye karşıtı bir süreç yaşamaya başladı. İngiltere’nin ve Fransa’nın tesis ettiği manda yönetimleri oluşturdukları sistem ile bölgenin kendi dinamiklerini harekete geçirmesine imkân vermedi. Yeni emperyalist sistem çok sağlam temeller üzerine inşa edilmişti. 1920’yi bir başlangıç noktası olarak kabul ettiğimizde yeni düzen, yüz yıl sarsıntıya uğramadı.
Bu yüzyıllık zaman diliminde Türkiye de dâhil olmak üzere coğrafyanın Batı Avrupa emperyalizminin tesir sahasından çıkmaması için gerekli bütün adımlar atıldı. Bunu bugün Türkiye karşısında oluşan direnç odaklarından anlayabiliyoruz. İngiliz liberalizmini temsil eden FETÖ, Fransız Jakobenizmini temsil eden PKK-PYD ve Amerikan evrenselciliğini temsil eden DAEŞ’in aynı anda Türkiye’ye karşı saldırıya geçmesi direnç odaklarının derinliğini gösterir. Bu yapıların bir günde inşa edildiğini söyleyemeyiz. İngiliz liberalizmini temsil eden FETÖ’nün Ermeni Meselesi’nde Türkiye’nin tezlerinden uzak durması ve hatta karşı tezleri savunan bir pozisyon üretmesi zamanında çok dikkat çekmemişti. Aynı şekilde adı geçen terör örgütlerinin İsrail ile olan yakınlığı da manda yönetimlerinin mirası ile alakalı bir durumdur.
Türkiye’de özellikle sağ ve dindar muhafazakârlar arasında liberal söylemin etkili olduğu bilinen bir husustur. Özellikle “İslam dünyasının geriliği” meselesi söz konusu olduğunda liberal kavramların havada uçuşması, manda yönetimlerinin sadece kendi alanlarını etkilemediğini, mirasının daha geniş bir alana yayıldığını gösterir. Amerikan Temsilciler Meclisi, Ermeni Yasa Tasarısı, Senato, yaptırım kararları gibi yirminci yüzyıl siyasetini hatırlatan kavramların Barış Pınarı Harekâtı’ndan sonra yeniden dolaşıma girmesi İsrail, Ermeniler, PKK-PYD, FETÖ, DAEŞ ve terörün ne kadar iç içe olduğunu gösterir.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Barış Pınarı Harekâtı ile ilgili sarf ettiği şu sözler çok önemlidir: “Biz büyük bir oyunu bozduk. Burada YPG/PKK devleti kurmak istiyorlardı. Bunun başını da Fransa ile İsrail çekiyordu.”
Türkiye’de bazı siyasî partiler, akademisyenler, entelektüeller, sanatçılar, sivil toplum kurumları vs Barış Pınarı Harekâtı’na oldukça mesafeli bir tutum takındı. Epeyce bir kısmı da karşıtlık üretti. Son yüz yıllık tarihimizle sağlıklı bir ilişkimiz yok. Bu mesafeli duruşun ve karşıtlığın belirli düzeyde sağlıklı ilişki kuramamaktan beslendiğini söyleyebiliriz. Fakat manda yönetimlerinin eseri olan yapıları, doğrudan birlikteliğin eseri olarak görmek gerekir. İkisi arasındaki yakınlaşma örgütlü yapıların faaliyet alanlarının genişliğine işaret eder.
Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde bulunan iki ilçe arasındaki bölgeyi güvenlik alanı olarak yeniden imar etmekle aslında yüz yıllık tarihi de yeniden inşa etmiş oluyor. Kızılelma; Türk devlet geleneğinin adalet (hakkaniyet), ahlak ve vicdan temelleri üzerinde yeniden yükselmesi ülküsüdür. Bütün Batılı emperyalist devletlerin ayağa kalkmasını iyi anlamak gerekir.