Büyük müfessir Alusî de tasavvufa meyillidir, oysa?

Büyük müfessir Alusî de tasavvufa meyillidir, oysa?

Dini yaşamada ihlas ve şirkin sınırları konusunda Zümer Suresi derslerimizden hareketle söylediklerimize aşa&#

Washington’u anladınız, Moskova’yı anladınız, Ankara’yı anladınız mı?
ABD neden kod Mazlum Kobani ile görüşmekte ısrar ediyor?
Alberto Fernández wins presidential polls in Argentina

Dini yaşamada ihlas ve şirkin sınırları konusunda Zümer Suresi derslerimizden hareketle söylediklerimize aşağıdakileri de ilave edip konuyu bitireceğiz.

“Yoksa onlar Allah’ın dışında şefaatçiler mi ediniyorlar. De ki, onlar hiçbir şeye sahip olmasalar ve akılları bir şeye ermese bile böyle mi yapıyorsunuz?” (43).

Âyetin muhatabı elbette müşriklerdir, ama müşrikler ve her çeşidiyle kâfirler için söylenenler müminler için de bir hatırlatma ve bir derstir. Yani bakın, bu vasıflar onların vasıflarıdır, siz de sakın böyle olmayın denmiş olmaktadır. Ayrıca burada ‘şefaatçiler’in cansız putlar kalıbıyla değil de, insanlar kalıbıyla verilmiş olması düşündürücüdür. Yani belli kişilerin de şefaatçi olarak düşünülüp onlara güvenilmesi de aynen böyledir. Şefaatin var olduğu gerçeği ayrı bir şeydir, birilerini şefaatçi bilme ve onlara güvenme ayrı bir şeydir. Bu konuyu daha önce yazdık. Bu âyetin işaret ettiği gerçek, birilerinin şefaatine güvenmenin şirke götürebileceği gerçeğidir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’in ifadesiyle:

De ki, şefaat tamamen Allah’ındır. Çünkü göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonunda siz O’na döndürüleceksiniz” (44).

Yani Allah’tan başka kimseden kurtarma beklemeyin. Allah kime şefaat etme izni verirse ancak o şefaat edebilir. Bunu da siz bilemezsiniz. O halde hiç kimsenin şefaatine güvenmeyin. Kendinizi kurtarmaya bakın. Göklerin ve yerin mülkü O’nun iken şefaat verme yetkisi O’nun olmaz mı?

Ve şu âyet müminler için de çok uyarıcıdır:

“Allah tek olarak anılsa ahirete iman etmeyenlerin kalplerinde nefret belirir. Ama O‘nun dışındakiler anılsa hemen yüzleri güler” (45). Evet, bu çok ilginçtir ve müminleri de yakından ilgilendirir. Kendisi de tasavvufa meyilli olan Allame Alusî bu âyeti tefsir ederken şöyle bir hatırasını anlatır:

“Hal böyle iken ölülerden imdat isteyen ve bu konuda asılsız hikâyeler anlatan sufiler vardır. Ölülerin tasarrufta bulunabileceğine inanırlar… Bir gün bir sıkıntı anında ölmüş gitmiş birisinden imdat dileyen ve ‘ey fülan, bana yardım eyle’ diye yalvaran birisine dedim ki, ya fülan diye kuldan isteyeceğine, ya Allah diye Allah’tan istesene! O buyurmuyor mu ki, ‘kullarım beni sana sorarlarsa bilsinler ki, ben çok yakınım, dua edenin duasına hemen icabet ederim’ (Bakara 186). Evet, aynen yukarıdaki ayette söylendiği gibi, adam bana kızdı. Sonradan duydum ki, benim için, ‘bu herif evliyayı inkâr ediyor. Oysa ben veli birisinden duydum, imdada koşmakta evliya Allah’tan daha süratlidir’ demiş. Bu sözün küfür olduğu açıktır, böyle bir sapkınlıktan ve hadsizlikten Allah’a sığınırız” (Alusî).

Zümer Suresi’nden devam edelim:

“Size azap gelmeden ve artık yardım görme imkânınız kalmadan önce ta içinizden Rabbinize dönün ve O’na tam teslim olun” (54). Yani dini sadece O’na has kılın, duanız tek O’na olsun.

“De ki, ey cahiller, siz bana Allah’tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?” (64). Demek ki, dua ve ibadet anlamına gelebilecek bir davranışı Allah’tan başkasına göstermek şirke götüren bir cahilliktir. Müşriklerin Resulüllah’ı engelleme çarelerinden biri de ona; biraz biz senin ilahına kulluk edelim, biraz da sen bizim ilahlarımıza kulluk et demeleriydi.

“Ey Muhammed! Vakıa, sana da senden öncekilere de vahyedilen şudur: Eğer şirk koşarsan amellerin kesinlikle boşa gider ve kesin kaybedenlerden olursun” (65). Yani olmaz ama farz edin ki, (hâşâ) Resulüllah şirk koştu; onun bile bütün yaptıkları boşa gider.

“Hayır, sen sadece Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol” (66). Demek ki, kulluğun esası olan ibadetler aynı zamanda şükürdür.

“Onlar Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Oysa Kıyamet günü yeryüzü bütünüyle onun avucunun içinde, gökler dürülmüş halde elindedir. O münezzehtir, koştukları şirklerden beridir ve yücedir” (67).

“Sübhanellah/ O münezzehtir”, yani hakkında düşünülen yanlış kanaatlerden, O’na ortak sanılan şeylerden beridir, yücedir, uzaktır. Bütün genişliğine rağmen gökler de dünya da Kıyamet günü avucunun içi gibi O’nun tasarrufu altındadır. O halde dünyada başkalarından neden tasarruf bekliyor ve medet umuyorsunuz?

“Allah’ı hakkıyla bilemediler” yerine, “Hakkıyla takdir edemediler” denmesi de dikkat çekicidir. Çünkü Allah mahiyeti itibariyle hakkıyla bilinemez, ancak takdir edilebilir. Yarattıklarına ve verdiği nimetlere bakılarak ne kadar yüce ve ne kadar güçlü olduğu anlaşılır.

Evet, bizim ilk defa dikkatimizi çekti, Zümer Suresi şirke düşmekten böyle ağırlıklı bir şekilde sakındırıyor.