Çocuklar ve gençler elimizden kayıp gitmeden…

Çocuklar ve gençler elimizden kayıp gitmeden…

Her vesile ile hepimiz “eğitim şart” diyoruz ama bu şart olan eğitim sürecinde çocuklara ve gençler

Kara Cuma’nın düşündürdükleri
Netanyahu vows to continue attacks against Gaza
Araştırmacılardan ilginç deney: Lego parçalarını yuttular

Her vesile ile hepimiz “eğitim şart” diyoruz ama bu şart olan eğitim sürecinde çocuklara ve gençlere okuma ve sanat zevki kazandırmayı pek ciddiye almıyoruz. Özellikle toplumun alt kesimlerine kitap okuma zevki kazandırılması çocukların sokaklardan kurtulması için başlangıç noktasıdır.

Okuma zevki sanat zevkinden bağımsız olarak geliştirilebilecek bir kazanım değildir. Temel mesele görmeyi öğrenmek ve öğretmektir.

Bizim zamanımızda orta eğitimde sanat tarihi dersi vardı. İyi bir öğretmenden yana nasipli iseniz muazzam bir bakış açısı kazanmanız mümkün olurdu. Meslek aşkına ve heyecanına sahip olmayan öğretmenlerin elinde ise “kitabın filan sayfasını okuyun” sıkıcılığında geçerdi sanat tarihi dersleri.

Artık müfredatta sanat tarihi dersleri yok ama edebiyat derslerinin pek zevkli geçtiğini söylemek mümkün değil. Edebiyat dersinin değeri sınavda çıkacak soru ile doğru orantılı zira.

Çocukların sanatla buluşması konusunda geçen hafta İKSV kültür politikaları çalışmaları kapsamında Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Feyza Çorapçı tarafından hazırlanan raporu okudum. Rapor, erken çocukluk döneminden itibaren sanat ile tanışmanın birey üzerindeki etkisini, gelişim psikolojisini temel alarak tartışmaya açıyor. Aile ve okul hayatı dışında kalan serbest zamanlarda sanat etkinliklerine katılmanın çocuklar ve gençler (0-17 yaş) üzerindeki etkilerini gelişimsel bir bakış açısıyla ele alan rapor, çeşitli sanatsal disiplinlerin farklı gelişim dönemlerinde ne gibi beceriler kazandırabileceğini bilimsel veriler ve iyi örnekler üzerinden inceliyor.

Raporun tamamına şu adresten ulaşabilirsiniz. https://www.iksv.org/i/content…

Rapordan bazı bölümleri dikkatinize sunmak istiyorum:

Yapılan araştırmaların sonuçları, ders dışındaki zamanlarda bir yetişkin eşliğinde düzenli olarak yürütülen, çocukların ve gençlerin hem eğlenmelerine hem de ilgi duydukları alanlarda bilgi ve beceri kazanmalarına olanak sağlayan yapılandırılmış etkinliklerin önemine işaret ediyor.

Sosyo ekonomik düzeyi yüksek aileler bu tür etkinlikleri kendi imkanları ile karşılıyor. Fakat sanata erişim imkanı bulamayan çocuk ve gençlere hizmet vermeleri bakımından yerel yönetimlerin, belediyelerin çalışmaları büyük bir önem arz ediyor.

Ülkemizde çocuklar için henüz yeteri kadar kütüphane mevcut değil. Raporda başarılı bulunan örnekler şu şekilde sıralanıyor:

-Üsküdar Selimiye Çocuk Kütüphanesi’ni diğer çocuk kütüphanelerinden ayıran önemli bir özelliği, giriş katında 0-6 yaş arası çocuklar ve aileleri için düşünülmüş okul öncesi bölümü. Bu bölümde, erken çocukluğa yönelik kitapların yanı sıra oyuncaklar, boyama masaları, film seyretme alanı gibi çeşitli bölümler bulunuyor.

-İlk oyun kitaplığı 2014’te Kadıköy Belediyesi tarafından Özgürlük Parkı’nda, ikincisi 2015’te Mersin Mezitli Belediyesi tarafından kuruldu. Şişli Belediyesi de 2016 yılında biri Feriköy’de, diğeri 19 Mayıs Mahallesi’nde iki oyun kitaplığı açtı.

-Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından Türkiye’deki ilk Uygulamalı Çocuk Kütüphanesi kuruldu. 2018 yılında bu kütüphaneden faydalanan çocuk sayısının 34 bin 208, yetişkin sayısının ise 27 bin 429 olduğu açıklandı. Kütüphanede hikâye saati, yaratıcı yazarlık ve masal, müzik, görsel sanatlar etkinliklerinin yapıldığı atölye alanı, çocuklar için sergi alanı, aileler ve çocuklarla söyleşiler için uygulama alanı ve bir dinlenme alanı bulunuyor.

Raporda yer alan verilerden yola çıkarak pek çok konuyu tartışmamız mümkün. Ama ilk tartışmamız gereken husus gençlerin ve çocukların verimli örgütlü zamandan yoksunlukları olmalı. Çocuklar ve gençler, okul dışında, örgütlü zamanın verimli atmosferine dahil olmaktan ziyade, ya ekran karşısında, ya da arkadaşlarıyla AVM gezerek en verimli vakitlerini imha ediyor.

Üniversite mezunu olanların sayısı artıyor ama sayıyla doğru orantılı olarak eğitimli/kültürlü, okuduğunu anlayan, öğrendiği bilgiyi transfer eden bireyler ortaya çıkmıyor.

Bu konuda en büyük sorumluluk medyanın hanesinde kayıtlı. Her türlü “şiddet/çete” haberini ekrana taşıyan medya, olumlu örnekler için çarpıcı bir ekran dili geliştirme noktasında tutuk davranıyor. Gazetelerimizde spor sayfaları çoğalıyor, kültür sayfaları azala azala yok oluyor. Her yıl yüzlerce kitap basılıyor ama eleştirmenlerin varlığı edebi kamudan çekiliyor, “ben yazdım oldu” diyenlerin varlığı genleşerek her yeri kaplıyor.

Çocuk kitapları basılıyor ama kitabın içeriğini değerlendiren, tartışan yok. Kötü içerikli ya da aşırı didaktik metinler yüzünden kitap okumayan, okuduğunu anlamayan “aynen/aynen/aynen/lerle monolog yapan bir gençlik geliyor.