Cumhuriyet son emanetimizdir

Cumhuriyet son emanetimizdir

Bugün, Cumhuriyet’in doksan altıncı yılı. Bir asrın dolmasına dört yıl kaldığına g&o

مقتل 3 مدنيين في هجوم انتحاري استهدف موكب والي أفغاني
White House releases transcript of first Trump-Zelenskiy call
Germany arrests Daesh/ISIS suspect deported from Turkey

Bugün, Cumhuriyet’in doksan altıncı yılı.

Bir asrın dolmasına dört yıl kaldığına göre, bu ve sonraki Cumhuriyet bayramları daha coşkulu kutlanacak demektir.

Kutlanmalı da elbette, zira Türk devlet nizamında yepyeni bir başlangıcı ifade ediyor Cumhuriyet; egemenlik artık “kayıtsız ve şartsız” millete aittir ve o, yöneticilerini kendisi (ve kendi içinden) seçecek, seçilenler de milletin hayatını düzenleyecek kanunları yapacaklardır.

Konunun özetinin özeti budur ama padişahlık rejiminden sonra benimsenebilecek en iyi şey olarak Cumhuriyet’in, göze hemen dokunmayan başka tercihleri de olacaktır.

Örneğin, Cumhuriyet’i benimsemiş bir ulus devletin vatandaşları olmakla genelde İslam, özelde Selçuklu ve Osmanlı tarihinin ağır yükünden kurtulup; hafiflemiş ve özgürleşmiş bir şekilde Batı merkezli çağdaşlaşma ve laikleşmeyle yepyeni ufuklar kazanılmış olunacak ve bu uğruda “her yaştan”, “on yılda on beş milyon genç”e kendi tarihleri yabancılaştırılacaktır.

Rüyasız hayat olmaz. Bu da Cumhuriyet nesline devletin şefkat tokadıyla(!) gördürdüğü bir büyük rüyadır ama ne yazık(!) ki, kimi dahili ve harici etkiler yüzünden, Cumhuriyetin ömrü bir asra ulaşmadan önce, millet o rüyadan uyanmak zorunda kalmıştır.

“Dahili ve harici etkiler” ifadesinden, kanıksanan şekliyle hain kontenjanındakidoluluğu ve Batılıları kastettiğimi sananların, bıyık altından gülebileceğini gözardı etmiyorum ama benim o ifadeden kastım sadece bunlar değil.

Neyi kastettiğimi bir örnekle anlatmaya çalışayım:

Geçen yılın bu günlerinde, “on yılda” yetiştirilmiş “on beş milyon genç”in torunlarından oluşan bir grupla Kudüs’teydim. Vatan severliklerinden emin olmakla ve ayrıca nezaketleri, samimiyetleri nedeniyle birlikte olmaktan asla gocunmadığım bu gruptan üç hanım arkadaşımız, İstanbul’a dönüşümüzden bir gün önce, Filistinli bir esnafın Şam Kapısı’ndaki dükkanından alışveriş yapmışlar. İş para ödemeye gelince, Filistinli esnaf onlardan, cüzdanlarını açmamalarını istirham etmiş. “Neden” diye sorduklarında ise “Sizin dedeleriniz, adil yönetimleri dahil Kudüs’e yaptıkları hizmetlerle, hesabınızı baştan ödediler” cevabını vermiş. Arkadaşlarımız “Neydi bu ya?” diye sorarak ve birbirlerinin gözyaşlarını çoğaltarak dönmüşlerdi Harem’e.

Gerçi onlar böyle bir duruma muhatap olmadan önce, sadece Kudüs’ü görmekle “İmparatorluk olmak nedir; onun mesubu olan dedelerimizin bizden farkları nedir; onların torunu olmanın kendi kimliğimiz bakımından karşılığı nedir?” sorularını sormaya başlamışlardı zaten.

Bundan hareketle mezkur kastım esasında söyleyeceğim şudur ki:

“Eski coğrafyamız” olarak nitleyebileceğimiz bugünkü Bali’den Lizbon’a kadar uzanan hattaki büyük şehirlerden hangisine giderseniz gidin, kendi tarihinizin hakikatleriyle sarsılarak, insanlık cihetinden sorumluluğunuzun kaçınılmazlığını iliklerinizde hissedersiniz.

Haricinizden oluşan bu durum, sizin ulus devlet anlayışı içinde demir ağlarla örülmüş zihniyetinizi paramparça eder ve dolayısıyla belirttiğimiz rüyadan, endişe içinde uyanırsınız. Nitekim, Cumhuriyetin ömrü bir asra ulaşmadan önce, millet olarak bu halle uyanışımız da bunun delilidir.

Örneğimi teyit tahtında, Cemal Bali Akal Hocamızın “Burası Tanzanya mı Karanfil?” adlı kitabından, Sarkozy’nin “okullarda Endülüs Emevi uygarlığı hakkında bilgiler veren metinlerin tedavülden kaldırılması”na karşı gösterdiği tepkiyi de hatırlatmak isterim. Olayı, “kötü niyetli körlüğün doruğu” olarak niteleyen Hocamız, İspanya’nın demokrasiye geçtikten sonra, İslami Endülüs devriyle (barıştığını değil ama en azından) uzlaştığını, Gırnata, Mürsiye, Kurtuba ve diğer şehirlerin giriş tabelalarında, şehir adlarının İspanyolca’sının yanına, “anlamlı bir hatırlama ve vefa duygusu”nun ifadesi olarak, Arap harfleriyle de yazdığını belirterek şu kanaate ulaşır:

“1492’de tehcire uğrayan, bir kısmı da daha sonra yok edilen İspanyol Müslümanlara ödenen borç. Anamnesis ya da ezilenlerin tarihinin yeniden yazılması ve yok saydıklarımızı anlama gayreti. Sarkozy bunlardan ne kadar uzak! Kazayla İspanya başbakanı olsa, Elhamra’yı ya da Mezquita’yı yıktırmaya kalkışacak herhalde.”

Tarihe, hafızaya ve hatıraya sahip çıkmayı, Yeni Osmanlıcılık’a bağlayarak, tehlikeli bir hevese indirgemek boşunadır artık.

Cumhuriyet’li Türkiye son emanetimizdir ama tek emanetimiz değildir.

Son emanetimizi korumayı daima önceleyerek, inancınızın ve tarihimizin emanetlerini korumayı da sürdüreceğiz.

Şimdilik, Cumhuriyet’in doksan altıncı yılında eriştiğimiz sonuç budur.