Son günlerde kamuoyu birkaç kendini bilmezin girişimi olan bir haberle meşgul oluyor. Gümüşhane sınırla
Son günlerde kamuoyu birkaç kendini bilmezin girişimi olan bir haberle meşgul oluyor. Gümüşhane sınırları içindeki Taşköprü yaylasında bulunan 12 bin yıllık bir göl, define bulma umuduyla kurutuldu. Üstelik bu cinayet, çevreyi, doğa varlıklarını ve kültürel değerlerimizi korumakla görevli kişilerin gözetiminde işlendi. Roma İmparatorluğu’nun Anadolu’daki 4 büyük lejyonundan bir olan 15’inci Apollinaris’in hazinesine ulaşma hayalini kuran bir maceraperestin resmi kurumları da ikna ederek işlediği bu cinayetin sonunda ne mi oldu?
Hazine bulunamadı. Uzmanların ifadesine göre; bölgenin florası, yani bitki örtüsünün zenginliğini ve biyolojik varlıkların çeşitliliğini sağlayan 12 bin yıllık göl kurutuldu. Kısaca ekosisteme ihanet edildi.
Daha da acısı, göl yok edilip geri dönülmez bir çevre tahribatı yapılırken, göle ve bölgeye kıymet kazandıran bir rivayet, hayal kurmaya imkan veren en az gerçek hazine kadar kıymetli olan bir hikaye de yok edildi. O hikaye ile büyüyen insanların hafızası silindi.
İş işten geçtikten sonara, yerel yetkililer harekete geçti. Kültür ve Turizm Bakanı ve nihayet Sn. İbrahim Kalın da açıklamalarda bulundu. Alınacak tedbirler ve yapılan açıklamalar Dipsiz Gölü geri getirmeyecektir ama en azından diğer buzul göllerinin aynı felakete maruz kalmasını engelleyecektir. Fakat bu gölün hikayesini daha doğrusu marka değerini asla diriltemeyecektir. Oysa o hikâyenin etrafında gölde sualtı dalış turizmi öne çıkarılsaydı; orası eşiz bir göl müzeye dönüştürülebilir ve hazineden beklenenin çok üstünde faydalar sağlanabilirdi. Üstelik bir kişinin değil, binlerce, belki yüz binlerce insanın hayali gerçekleşebilirdi.
Bu hikâye dağda geçiyor. Nasıl sonlanacağı henüz belli değil. Dipte yapılacak çalışmalar ve dışarıdan taşınacak su ile yeniden gölün canlandırılması hedefleniyor. Sonuç alınacak mı bilmiyoruz.. Görüntü kurtarıldı diyelim. Peki sarsılan binlerce yıllık dengenin de sağlanması mümkün olacak mı? Bir hayalperestin yüz binlerin, milyonların hayallerine verdiği bu büyük zararı kim tazmin edecek?
Bu hikaye dağda devam ededursun biz şehre gelelim. Günlerdir bir üniversite, Şehir Üniversitesi ile bir kamu bankası arasında yaşanan anlaşmazlık kamuoyunu ve özellikle eğitim camiasını rahatsız ediyor. Doğrusu ne Üniversite yönetiminden yapılan açıklamalar ne de bankanın ileri sürdüğü iddialar ve ne de alınan mahkeme kararı meseleyi hakkıyla açıklıyor.
Biz konunun tarafı değiliz, ama eğitimin tarafında yer alıyoruz. 2000’li yıllardan itibaren kuruluş faaliyetleri başlatılan ve on yıllık eğitim ve öğretim hayatında önemli başarılara imza atan bir eğitim kurumu; Dipsiz Göl’ün gördüğü ilgiyi hak etmiyor mu? Her yıl denetimden geçen ve YÖK’ün -en azından kamuoyuna yansıyan kadarı ile- hiç olumsuz kanaat belirtmediği; üstelik 2018-2019 öğretim yılında Vakıf Üniversiteleri arasında doluluk oranı bakımından ilk sıralara yerleşen bu eğitim yuvasının boşaltılması kimin işine yarayacaktır? Bu da bir çevre felâketi değil midir? Başka birçok üniversitenin öğrenci sayısı kadar yurt kapasitesi olan bir üniversitenin bir kamu bankası ile olan anlaşmazlığını çözmemek dünya yönetişiminde etkin olmaya çalışan, Yükselen Türkiye’ye yakışmamaktadır.
Diyelim ki, Dipsiz Göl’de olduğu gibi bütün kurumlarımız harekete geçip bu sorunu çözmeye kalksalar; öğretim üyesi, öğrencisi, aileleri ve mensupları ile yaklaşık elli bin kişilik bir camianın endişeye sürüklenmelerinin bedelini kim ödeyecektir? Banka borcunu tahsil ettikten sonra, marka değerine vurulan olumsuz damga, daha doğrusu zarar, tazmin edebilecek midir? Daha da önemlisi, bu anlaşmazlık uluslararası eğitim camiasına nasıl anlatılacaktır? Kontenjanının yüzde yirmiye yakını yabancı öğrenci olan bir üniversitenin maruz kaldığı bu muamele, diğer Vakıf Üniversitelerinin güvenirliliğine de bir zarar vermeyecek midir? Ülkemizi yabancılar için bir eğitim cenneti yapmaya çalışıyoruz. Bunun için kurulan YTB, canla başla çalışmaktadır. Mezun ettiğimiz yabancı öğrencileri, Türkiye’nin en büyük yumuşak gücü olarak tanımlarken, Şehir Üniversitesinin topal ördek durumuna düşmesi bu hedefe zarar vermeyecek midir?
“Sen bilmiyorsun” itirazlarını duyar gibi oluyorum. Evet, başta söylediğim gibi açıklamalardan tatmin olmadım ve pek çok eğitimci gibi; olayın ne geçmişi ne de muhtemel geleceği hakkında da fikir sahibi değilim. Ancak, kısa zamanda aldığı sonuçlar bir yana; umut vadeden bir eğitim kurumumuzun durumu ile ilgilenmeyi onun hakkında soru sormayı vicdani bir borç olarak görüyorum. Bu yüzden Şehir Üniversitesinin -Dipsiz Gölün aksine- boşaltılmadan gerekli tedbirlerin alınıp içindeki hazinenin korunması ve kamuoyu vicdanının rahatlatılması gereğine inanıyorum.