“Bazen biri beklemediğimiz bir anda bir köşeden çıkarak hızlı adımlarla hayatımızın ort
“Bazen biri beklemediğimiz bir anda bir köşeden çıkarak hızlı adımlarla hayatımızın orta yerine kadar gelecek ve ‘Bütün bu yaşadıklarınız bir kamera şakasıydı!’ diyecek gibi gelmiyor mu size de?” diye sordu aralarından herhangi biri. Boş gözlerle etraflarına bakındı sonra hepsi bir süre.
Gündelik konuşmalarımız arasına, “Şaka gibi…” diye başlayan cümleler sıkıştırmaya her zamankinden daha fazla ihtiyacımız oluyor son zamanlarda. Şaka gibi olan ne? Kim kime neden yapıyor gerçekten çok şakaya benzeyen bunca şeyi? İnsanlar eskiden olduğundan daha fazla şaka yaptığından, daha fazla şakacı olduğundan mı böyle söylüyoruz acaba? Yoksa, her şeyin kendi gerçekliğinden hızla uzaklaşarak adeta bir şakaya dönüşüyor olmasıyla mı ilgili bu iki kelimeyi daha sık yan yana getiriyor oluşumuz? Eskisinden çok daha sık, neredeyse sürekli yaşadığımıza göre bu acayip hallere neden hala şaşırıyoruz? Neden olan biten, bu haliyle yerleşik hale gelmesine rağmen bize hala şaka gibi geliyor?
Hayatımızda geçmişteki normlara, ‘normal’ standartlarına uymayan pek çok yeni ‘şey’ var bugün. Sözlerden algılara, davranışlardan alışkanlıklara, eşyadan ihtiyaçlara kadar önceden olmayan ama bugün olmadan olmayan, kısa sürede hayatımızda fazlasıyla yer tutmuş, hatta kök salmış pek çok yeni şey… İnsanlar karşılaştıkları bu yeni ‘şey’lere, benzerlerini kendileri de sık sık yaptıkları, söyledikleri, kullandıkları halde hala şaşırmaya devam ediyor. Aradan çok zaman geçmedi çünkü, bütün bu şeyleri yapmadığımız, konuşmadığımız, yaşamadığımız zamanlardan neredeyse hop diye yaptığımız, yaşadığımız, konuştuğumuz zamanlara geçtik. Madalyonumuzun hala iki yüzü var. Bir yanımız koşar adım kapılmaya hazır bu akıntıya, diğer yanımız hızını kesemese de sürekli itirazlar üretiyor fısıltıyla bu şuursuzca kendini bırakmaya. Bu tipik bir “Gülüyoruz ağlayacak halimize” durumu… Şaka gibi!
“Gerçek ihtiyaçlar ile sahte ihtiyaçlar arasındaki ayrımın ortadan kalktığı tüketim toplumunda birey, tüketim mallarını satın almanın ve bunları sergilemenin toplumsal bir ayrıcalık ve prestij getirdiğine inanır. İnsan bu süreçte bir yandan kendini toplumsal olarak diğerlerinden ayırt ettiğine inanırken, bir yandan da tüketim toplumuyla bütünleşir. Dolayısıyla tüketmek birey için bir zorunluluğa dönüşür. İnsani ilişkiler yerini maddelerle ilişkiye bırakır. Artık geçerli ahlak, tüketim etkinliğinin ta kendisidir” diyor Jean Baudrillard, ‘Tüketim Toplumu’nda.
İnsanlığın uzun yolculuğu içinde neyin ciddi olduğu, neyin olmadığına dair, iyi kötü bütün zihinlerde sarahat kazanmış bazı ölçüler ortaya çıktı. Küçük farklılıklar olsa bile ana fikrinde uzlaştığımız birtakım kaideler… Bugün, hayatlarımız için çok değerli olduğu halde silikleşmeye yüz tutan şeylerden biri de budur. Ciddi olanın ciddiye alınmaz hale geldiği, ciddi olmayanın şaşılası bir ciddiyetle peşine düşüldüğü bir zaman… Ölçüler silinip kayboluyor, yerini ölçüleşmiş ölçüsüzlükler alıyor hızla. Çok bariz bir manzara bu; görmeyenler, kendini hevesleriyle sarhoş ederek nereye gittiğini görmek istemeyenler…
“Tiyatronun kulisinde bir gün yangın çıkmış. Palyaço haber vermek için sahneye gelmiş. Herkes bunun bir şaka olduğunu sanıp alkışlamaya başlamış. Sanırım dünyanın sonu her şeyi şaka sananların yükselen alkışları arasında gelecek” diye yazmış Søren Kierkegard, ‘Meseller’ kitabında.
“Her şeyi içine çeken bu kocaman lüzumsuz espri bir gün elbet tamamlanacak” dedi beyaz saçlı adam, “ama o zaman muhtemel ki hiçbirimizin gülecek hali kalmayacak!”