Havarilerini yaratamayan İsa’nın yeri

Havarilerini yaratamayan İsa’nın yeri

Sayın Davutoğlu’nun çıkışlarına siyasî bir meşruiyet kazandırmak isteyen muhafazakâr

قوات 'نبع السلام' تواصل تقدمها شمال سوريا وانهيار للإرهابيين
Son 9 yılın en iyi Trabzonspor'u
Eylemlerde hedef İran

Sayın Davutoğlu’nun çıkışlarına siyasî bir meşruiyet kazandırmak isteyen muhafazakâr muhalifler, Erdoğan’ın yeni bir siyasî hareketi başlattığı zamanın olaylarına telmihler yapmışlardı. Güya bir benzeri de bugün yaşanmaktaydı ve bu çıkış Davutoğlu çevresine hem bir meşruiyet hem de zafer kazandıracaktı. Bunun sadece geçmişin olaylarına yönelik sıradan bir telmih olmadığı zaman içinde muhafazakâr muhalefetin dilinden anlaşıldı. Sadece Erbakan ile özdeşleştirmemişler bilakis Erdoğan’ı değiştirmek için uğruna ömrünü harcadığı kurulu sistem ile de özdeşleştirmeye çalışmışlardı. Süreç muhafazakâr muhalefetin şekillendiği bir aşamaya kadar ulaştı. Ana muhalefet kendi siyasî çizgisini Erdoğan nefreti üzerinden oluştururken FETÖ ile açık mücadelenin başlamasından sonra muhafazakâr muhalefet de benzer bir üslubu tercih etti. Muhafazakâr muhalefetin Erdoğan nefretine dayalı bir dili benimsemesi kolay değildi fakat uzunca bir zamandır, özellikle 2007’lerden itibaren, FETÖ’nin bu dili açık bir şekilde kullandığı ve yaygınlaştırdığı süreci gözlemleyenler tarafından bilinmektedir.

Peki, rahmetli Erbakan’ın siyasî çizgisinden yenilikçi bir hareket olarak ayrılan ve 28 Şubat’ın yıkıntıları arasından bugünkü Yeni Türkiye’nin inşa edilmesine giden yolda korkusuz bir liderlikle öne çıkan Erdoğan ile Davutoğlu’nu karşılaştırmak doğru mudur? Peşin bir cevap verelim: Hayır, doğru değildir. Erdoğan siyasetin içinden gelen biriydi. Erbakan çevresinden, siyaset yaptığı dönemdeki çevresinden ve onunla birlikte hareket etmek isteyen farklı çevrelerden birçok insanla siyasî bir zeminde buluşarak yola çıkmış ve bu zamana kadar da yoluna bu şekilde devam etmiştir. Zemin hep siyaset olmuştur. Bu tarz bir siyasetin teorik ve pratik açıdan eleştiriye açık olduğu gözlerden uzak tutulmamalıdır.

Yakın çevremizdeki arkadaşlarla seksenlerin ortalarından itibaren FETÖ yapılanmasının bir gün Türkiye için çok büyük bir sorun olacağını görüyorduk. Milletin dinî ve manevî duygularından ortaya çıkan kaygıları insan malzemesine dönüştürüyorlar ve parasını da örgütlü bir güç inşa etmek için kullanıyorlardı. Kendi aralarında katı bir örgütsel dayanışma vardı ve bu dayanışma başka yapıları yok saymakta veya tasfiye etmekte etkili bir araca dönüştü. Örgütlü olarak suça bulaşıyorlar ama açık faaliyet alanlarında görünmüyorlardı. Örgüt elebaşının etrafında oluşan havarilere benzeyen bir topluluk değil, hiyerarşik bir şekilde örgütlenen suçlular ordusuydu.

Zaman içinde örgütlü olarak inşa ettikleri gazete, dershane, okul, üniversite ve hastane gibi kurumları rakip olarak gördükleri kişi ve yapılara karşı silah olarak kullanmakta sakınca görmediler. Devlet kurumlarında da örgütlü bir terör yapılanmasına gittikleri 2012’den sonra anlaşıldı. Muhafazakâr muhalefetin Erdoğan’ı eleştirirken özellikle AK Parti’yi fabrika ayarlarına dönmeye davet ederken kendilerine mezkûr tarihi başlangıç noktası olarak kabul etmeleri tesadüf olamaz. Örgütlü yapılanmanın dinî faaliyetler toplamı olarak görülmesi hayatî bir yanlışlıktı.

Milletin dinî ve manevî duygularından ortaya çıkan kaygılar sorgulanabilir ve denetlenebilir bir siyasî faaliyete dönüşebilir. Başarılı olamazsan tarihteki yerini alırsın ama başarılı olursan Erdoğan örneğinde olduğu gibi büyük değişimlere imza atarsın. Fakat bu duyguları insan ve kurum malzemesine dönüştürmek denetlenemez ve sorgulanamaz bir yapının ortaya çıkmasına yol açar. Şehir Üniversitesi örneğinde yaşadığımız da budur. Milletin dinî, manevî ve millî duygularından beslenen yapıları bireysel ve örgütsel başarıya indirgemenin faturası çok ağır olur. Bunları daha önce yaşadık. Şehir Üniversitesi gibi güzide kurumları kişisel muhalefetin merkezi hâline getirip ana muhalefet partisi mensuplarıyla birlikte siyasî bir zemin olarak kullanmak en azından var sayılan mücadele tarihine saygısızlıktır.

Cemil Meriç, havarilerini yaratamayan İsa’nın yeri tarih değil, akıl hastanesidir derken kuşkusuz edebî, fikrî ve siyasî mahfillerdeki gönüllü birliktelikleri kastetmiş değildi. Havariler İsa’nın kişisel karizması ile izah edilecek bir oluşum değildi, onun için de İsa’nın tarihteki izleri hiçbir zaman silinemeyecek. Fakat milletin millî, manevî ve dinî duygularından beslenen yapıları kendi kişisel eseri olarak görüp çevresindekileri de havariler ordusu zannedenlerin tarihte silinmez izler bırakamayacakları açıktır.

Siyasî bir hareket içinde olanların birtakım kurumları payanda olarak görmesi çok büyük bir yanlışlıktır. O kurumlara ve onların ortaya çıkmasında büyük payı olan duygu ve düşüncelere zarar vermek kimsenin hakkı olamaz. Ne yazık ki bugün olan da budur.