Ayeti kerimede ‘İman edenlerin çoğu da müşrik olarak iman eder’ buyrulduğunu söylemiştik, peki o
Ayeti kerimede ‘İman edenlerin çoğu da müşrik olarak iman eder’ buyrulduğunu söylemiştik, peki o zaman insan hem mümin hem müşrik mi olmuş olur? Aslında mutlak olarak ‘müşrik’ denen insan ‘mümin’ değildir ama mümin olan insana şirk bulaşmış olabilir. Bu sebeple kelamcılar şirki insanı dinden çıkaran ve çıkarmayan şirk diye ikiye ayırırlar. Allah ile beraber başka mabud tanıyanlar dinden çıkmış müşriklerdir. Ama mesela riyakârlık insanı dinden çıkarmayan gizli bir şirktir. Şirktir çünkü kul Allah için yaptığı ibadeti biraz da başkaları görsün diye yapmış olunca ibadetine o ölçüde Allah’tan başkasını ortak etmiş olur. Onun bu hali Allah katında gerçekten müşrik olma noktasına kadar gider ya da gitmez ama biz bunu bilemeyiz. Bu sebeple bundan da şiddetle kaçınmak gerekir ama şirkin dünyadaki hükümleri açısından biz ona yine de müşrik diyemeyiz, çünkü o bir olan mabuda ibadet ediyor ve riya hangi ölçüye varınca onu dinden çıkarmış olur biz bilmiyoruz.
Allah Kuranıkerim’de ‘şirk koşanları asla affetmeyeceğini’ söylüyor. Yani müşrik olarak yaşadığı bilinen ve bu inancını düzeltmeden ölen birisinin affını isteme yetkimiz yok. Çünkü bu peygambere bile yasaklanmıştır (Bkz. Tevbe 113). Müşrik olarak ölmüş bir sevdiğimizin bağışlanmasını insanî duygularla istiyor olabiliriz. Ama Allah’ın emrine aykırı olduğu için böyle bir şey yapmamız dahi küfür olabilir. Bunu kelamcılar şöyle izah ederler: Allah müşrik olarak ölen birisini asla affetmeyeceğini söylediği halde, Allahım onu affet diye dua etmek, sanki sen affetmeyeceğim diyorsun ama bu kararın isabetli değil, affetsen daha iyi olur demek gibidir. Bu ise Allah’a noksanlık ve kararlarında isabetsizlik nispet etme olduğu için küfürdür.
Mesela Allah’ı inkâr etmediği halde O’nun şeriatına, kitabına, ya da kitabının bir bölümüne açıkça karşı çıkmış ve bu inancını düzeltmeden ölüp gitmiş birisini mümin saymak bizim elimizde değil. Dolayısıyla bu hal üzere ölen bir insana dua etmek küfür sayılır. Ne var ki, böyle dua eden birisine biz yine de kâfir diyemeyiz ve ona dinden çıkmış muamelesi yapamayız. Henüz ölmemiş bir kâfire ya da müşrike hakkı ve hidayeti bulması için dua etmemizde ise bir sakınca olmaz.
Evet, insanlar neden şirke bulaşırlar?
Bir mabuda, görünmeyen gizemli bir güce inanmak insanın fıtratında, ya da isterseniz genlerinde deyin, var olan bir duygudur. O güç ya peygamberden ve onun getirdiği kitaptan öğrenilen ve hak ve tek ilah olan Allah olur, ya da O’nun sıfatlarının bir bölümünün var olduğu sanılan kişiler veya idoller olur. İnsan Allah’ı O’nun kendi isimleriyle ve sıfatlarıyla tanıyamazsa o sıfatları başkalarında vehmeder. Kişileri ya da eşyayı takdis eder. Takdis kudsiyet verme demektir. İki türlü olabilir; ya temiz ve günahlardan arınmış bilmekle, ya da kutsal bilmekle. Birincisi çok büyük bir problem teşkil etmeyebilir. Kudsi ile kutsalın farklı kelimeler olduğunu daha önce yazmıştık. Kutsal bilme, kişide ya da eşyada tanrısal bir gücün bulunduğuna inanmadır ki, bu şirktir. Zaten kut da her hangi bir tanrıdır, Allah değildir. Buradan hareketle şirke bulaşmanın sebeplerini şöyle açıklarlar:
Kişi ya müşrik bir inançtan gelir, atalarını ve toplumunu şirk içinde bulur, aklını kullanmadan onları taklit eder ve müşrik olur.
Ya Allah’ı bir bilmekle beraber O’na ait olan alanın sınırlarını bilemez, kişileri ya da eşyayı kutsar, putların ya da kişilerin kendisini Allah’a yaklaştırabileceklerini, kurtuluşu için onların aracı olabileceklerin sanır. Çünkü insanlar maneviyatsızlık, profanlık ile kutsallaştırma arasındaki orta çizgiyi bulmakta zorlanırlar.
Ya da sadece Allah’a ait olan isim ve sıfatları takdir edemez, onları eksik ya da yanlış bilir olabilir. Ve bütün bu durumlarda şirke girer.
Bunun sınırını çizebilmek zor olduğu için, şirk olmasa bile şirke kapı açan davranışları Resulüllah Efendimiz yasaklamıştır. Bu yasakların bir kısmı verdiği zararla, tehlikeyi bilip ondan kaçınmakla sınırlıdır. Mesela Resulüllah (sa) işin başında kabir ziyaretini yasaklamıştı, çünkü insanlar kabirdekilerle ‘kutsal’ iletişim kurduklarını sanıyorlardı. Ama tevhid bilgi ve bilinçleri yerleşince, faydaları sebebiyle kabir ziyaretini serbest bıraktı. Buna rağmen bu bilgi ve bilinci olmayanların kabir ziyaretiyle her zaman şirk anlamına gelebilecek kutsamaya düşebilecekleri de açıktır. Bugün türbe ziyaretlerinin kahir ekseriyeti böyledir ve Resulüllah’ın ölçüleriyle böyle taşkın ziyaretlerin yasaklanması mümkündür, hatta gereklidir.
Başka örnekler vererek devam edeceğiz.