Başına bir iş gelmediyse zannederim hala oradadır Şeker Hayat. Eyüp Sultan’da, camiye yakın bir İstanbul
Başına bir iş gelmediyse zannederim hala oradadır Şeker Hayat. Eyüp Sultan’da, camiye yakın bir İstanbul konağında tanışmıştım onlarla.
Hikâye uzun. En iyisi baştan anlatmak…
Eyüp ile ilgili bir belgesel çekiyordum. Ekipten arkadaşlar dediler ki “abi, burada Şeker Hayat diye bir kurum var, onu da çekmek ister misin?” “Nedir?” diye sordum. Otistik çocukların nikâh şekeri yaptıkları bir yermiş. “Eh, çekelim madem” dedim gönülsüzce. Gönülsüzce, çünkü
belgeselle doğrudan ilgili bir mesele
değildi benim açımdan.
İki gün sonra çekim planı dâhilinde gittik Şeker Hayat’a. İşte o gündür benim otizm meselesine bakışımı kökünden değiştiren. Adına “Kader” diyeceğim o muhteşem kızı orada tanıdım çünkü.
Proje basit, güzel, tertemiz bir projeydi… Eyüp Belediyesi’nden nikâh günü aldığınızda yetkililer size “nikah şekerlerinizi Şeker Hayat’tan alıp otizmli çocuklara destek olmak ister misiniz?” diye soruyordu. Siz de daha ucuz ve daha güzel olan bu şekerlerden alıyordunuz doğal olarak.
Şeker Hayat konağında 15 civarında otistik genç yapıyordu bu şekerleri. Başlarında da dünya iyisi iki eğitmen hanım vardı. Görseniz öyle güzel, öyle şahane şekerler yapıyorlardı ki. Şekerlerden daha güzeli ise oradaki otistik gençlerin o geniş, o güzel, o muhteşem gülümsemeleriydi.
Kader, sanırım 20 yaşındaydı. Her gün masada kendisine belirlediği sandalyeye oturuyor ve her gün tam karşısına o dünya güzeli delikanlıyı, Mehmet’i oturtuyormuş. Mehmet başka yere oturacak olsa arıza çıkarıyormuş.
Kader, bir şekerin yapımını bitirip başını kaldırıyor, Mehmet’e kaçamak bir bakış atıp kısacık gülümsedikten sonra yenisini yapmaya başlıyordu.
Fakat bazen, diyelim on şekerde bir, upuzun bir gülümsemeyle uzadıkça uzuyordu o bakış. O anlarda eğitmen hanımlardan biri “Kader” diye sesleniveriyordu. Fakat öyle hemen değil. Kader’in Mehmet’e yeteri kadar baktığına kanaat getirdikten sonra… Kader, o gittiği yer neresiyse dönüyordu o seslenişle.
Başını hiç kaldırmadan şeker yapmaya devam eden Mehmet biliyor muydu peki Kader’in kendisine uzun uzun baktığını? Bilmem.
Ama bildiğim şu. Rahat rahat çekim yapalım diye Mehmet’i yan sandalyeye oturtmak zorunda kaldığımızda Kader nefret etti hepimizden. Gördük bakışlarında bunu. Mehmet’i, biriciğini elimizden almakla suçladı bizi bakışlarıyla. Durumu derhal anlayıp açıyı değiştirdiğimde ise müteşekkir, mütebessim baktı bana. Bunu elbette ispat edemem size ama “sen halden anlıyorsun, aşktan anlayan adamsın sen” der gibi baktı bana.
Çekimler bitip de hava almaya çıkınca eğitmen hanımlardan biri anlattı meseleyi. Kader, Şeker Hayat’a ilk geldiğinde çok içine kapalı, çok iletişimsiz biriymiş. Gelmek istememiş, sevmemiş orayı. Ta ki Mehmet gelip de karşısına oturana kadar. Mehmet gelince, Kader’e bir sükûnet inmiş.
Tatiller hadi neyse. Tatillere bir şey demiyormuş Kader ama kar yağan günlerde Şeker Hayat’a niçin gidilmediğini, Mehmet’e niçin bakamadığını bir türlü anlayamıyormuş. Evde isyan çıkarıyormuş. Hatta karlı bir günde Kader’le Mehmet’i bin zahmetle Şeker Hayat’a getirmişler. Mehmet’e bakmış da öylece sakinleşmiş Kader.
Biz kameralarımızı toplarken Kader geldi yanıma. Elinde, kendi elinin emeğiyle yaptığı bir sürü şahane nikâh şekeri. “Kızın mı var senin?” diye sordu. “Evet” dedim. “Al bunları” deyip bıraktı avucuma hepsini.
Akşam, o zamanlar 4 yaşında olan kızıma o şekerleri uzatınca kızım “baba, bunları nereden getirdin?” diye sordu. “Kader ablanla Mehmet abinin anlatılamaz hikâyesinden getirdim kızım” diye cevap verdim ona, “sen şeker zannediyorsun ama aslında şuradaki kurdeleler var ya, onlar Kader ablanın hayata tutunmasını sağlıyor.”