Keşmir’de ölenlerin çığlığı da Ankara’dan duyuluyor

Keşmir’de ölenlerin çığlığı da Ankara’dan duyuluyor

Cezayirli bir entelektüel, siyasetçi aynı zamanda girişimci bir arkadaşım telefon etti iki gün önce. Ankara&

India court rules to hand historic Babri Mosque site to Hindus
Hezbollah supporters assault protesters in Lebanon
Araçların hasar kaydını PTT'den sorgulama imkanı: Sadece 8 lira

Cezayirli bir entelektüel, siyasetçi aynı zamanda girişimci bir arkadaşım telefon etti iki gün önce. Ankara’ya gelmiş, bir süredir Türkiye’de yapmak istediği devasa bir yatırımın çalışmalarını sürdürmek üzere. Gelmişken görüşmek gerekiyordu. Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE) ve Lahor Barış Araştırmaları Merkezi (LCPR) işbirliğinde düzenlenen “Keşmir Krizi: Barışa Yönelik Tehditler ve Uluslararası Toplumun Rolü” konferansındayım, bitince görüşelim dedim.

Akşam bir araya geldik. Bir coşku, bir sevinç vardı gözlerinde, nedenini ilk selamlaşma muhabbetinden sonra sorunca, yeni dinlemiş olduğu Cumhurbaşkanının 3. Türkiye Tarım ve Orman Şûrası’nda yaptığı konuşmanın etkisidir herhalde diye açıkladı. Ne kaçırdım acaba ben bu konuşmada diye kendi kendime sorarken kendisi sözünün devamını getirdi.

Kendi ülkesinin tarım sorununu konuşuyor, görünürde çok yerel bir konu ama bu konuyu bile ele alırken nasıl da mahalli sınırların ötesine geçip küresel bir ufuktan, bir dünya lideri olarak konuşuyor. İklim değişikliği, obezite, göç, gelir adaletsizliği, kuraklık ve küresel ısınma gibi coğrafi konumu veya gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun, dünyadaki tüm ülkelerin bir şekilde yüzleştiği sorunlar İslam ülkelerinin bir çoğunun gündeminde bile yok. İleri ülkelerse zaten bu sorunların kaynağı ve onlara bir eleştiri yönelten, onları daha adil bir çizgiye davet eden Erdoğan’dan başka kimse yok. Bugün dünyayı yönetmekte olan, aslında yönetmekten ziyade kaynaklarını paylaşmakta olan ülkelere cesaretle eleştirilerini ifade ediyor:

“Tabiat özellikle batılı büyük şirketler eliyle, tarihte belki de hiç olmadığı kadar hoyratça kullanılmakta, talan edilmektedir. Geçtiğimiz asırda yer altı kaynakları için yürütülen mücadelenin aynısı, bugün tarım alanlarının ve su kaynaklarının kontrolü için veriliyor. Gelişmiş ülkeler, gıda güvenliklerini ve geleceklerini garantiye almak için olağanüstü çaba harcıyor. Tarım arazisi ve su kaynakları bakımından zengin birçok Afrika ve Güney Amerika ülkesinin istikrarsızlıkla boğuşmasının sebeplerinden birisi budur.”

“Dünyamızın, hele İslam dünyasının yıllardır hasretle beklediği sesti bu” dedi Cezayirli dostumuz.

Peki o halde bir de benim bugün katıldığım toplantıdan bahsedeyim dedim anlattım.

Biliyorsunuz, Hindistan, anayasanın yarım asırdan uzun süredir Cammu Keşmir’e ayrıcalık tanıyan 370. maddesini 5 Ağustos’ta iptal ederek bölgenin özel statülü yapısını ortadan kaldırmış ve eyaleti ikiye bölmüştü.

Bu haksız ve emrivakiyle alınmış kararın ardından Hint askerleri, Cammu Keşmir’de başlattıkları operasyonlarla halk üzerindeki baskılarını yoğunlaştırmış, bölgedeki tüm yerel partilerin yöneticileri ve üyeleri gözaltına alınmıştı.

Bu uygulamaya dünyadan doğru dürüst ses çıkaran hiç kimse olmadı, ta ki BM Genel Kurulunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hindistan’ın bu kararının kabul edilemez olduğunu ve burada yaşanmakta olan katliamların, işkence ve ağır insan hakkı ihlallerinin bütün dünyanın meselesi olması gerektiğini duyurduğu ana kadar. Cumhurbaşkanı orada kimsenin değinmediği, görmediği dünya sorunlarını dile getirirken “dünya beşten büyüktür” siyasetinin içeriğini de doldurmuş oluyordu aslında.

Cumhurbaşkanının BM’nin en önemli platformunda ifade ettiği bu siyasetten Türkiye sivil toplumları ve düşünce kuruluşları da vazifelerini çıkarmış durumdalar. SDE Keşmir Krizi üzerine şu ana kadar yapılmış en kapsamlı toplantıyı organize ederek iki gün boyunca konuyu enine boyuna tartışarak dünya gündemine getirmeye çalıştı.

Konferansa katılan Azad Cammu ve Keşmir Cumhurbaşkanı Serdar Mesud Han, Keşmir’de sessizce bir soykırımın yaşandığını anlatarak bu sessizliğin Hindistan işgal güçlerinin uygulamakta olduğu her tür iletişim aracı üzerindeki aşırı baskı ve kontrolle sağlandığını, ama ne yaparlarsa yapsınlar oradaki insanlık suçlarını gizleyemeyeceklerini anlattı:

“13 bin Keşmirli genç Kuzey Hindistan’daki çok kötü şartlara sahip cezaevlerine götürülmüş durumda, birden ortadan kayboldular ve onlara ne olduğunu bilmiyoruz. İnsanlar keyfi bir şekilde sokaktan toplanıyor. Bir soykırım gerçekleştiriliyor. Aslında bu soykırımın farklı aşamalarından geçiyoruz. Bugün Keşmirli her bir genç erkek terörist addediliyor ve her bir genç kız istila güçlerine sunulan bir ikram olarak görülüyor. Keşmirli kadınların vücutları üstünde en pis emellerini gerçekleştiriliyorlar. Kadınlara istila güçleri tarafından toplu şekilde tecavüz ediliyor.”

Bu kadar yoğun insan hakkı ihlaline maruz kalan bir halkın öldüğü, işkenceye maruz kaldığı, tecavüze uğradığı yerde sesi kesiliyor. O kısılan ses yine Türkiye’den, Ankara’dan yükseliyor. Kim ne diyecek diye bakmadan, hangi dengeler neyi gerektiriyor diye umursamadan, Türkiye, sadece mazlumun sesini dile getiriyor.

“İşte bu Erdoğan’ın yönettiği Türkiye farkı. Bütün söylemleriyle dünya mazlumlarının sesi olduğunu gösteriyor” diyerek hararetle katılıyor Cezayirli dostum, ama bir de ekliyor: “ah ne olaydı, İslam ülkeleri asgari bir işbirliği sergileseler bazı konularda. Mesela Keşmir konusunda önde gelen İslam ülkeleri samimi olsalar, Hindistan’ın bu hareketi yapma cesareti olamazdı. Aynı şekilde Myanmar’da yaşanan zulmü de bazı Körfez ülkelerinin mevcut imkan ve ilişkileri bir saatte bitirmeye yeter, ama istemiyorlar, o suçlara ortak olmayı tercih ediyorlar”

Neden acaba?