Kurgu okuru bir bağımlıdır

Kurgu okuru bir bağımlıdır

KÜBRA KURUALİ YAŞAR Büyülü gerçekçilik terimi ilk olarak Alman sanat eleştirmeni ve tarihçisi

Shattered glass: Futuristic design questioned after Tesla Cybertruck…
Brazil's president accuses actor DiCaprio of paying to burn the Amazon
رئيس البرلمان الأوروبي: لا نقدّم دعما ماليا للحكومة التركية لمساعدة اللاجئين

KÜBRA KURUALİ YAŞAR

Büyülü gerçekçilik terimi ilk olarak Alman sanat eleştirmeni ve tarihçisi Franz Roh tarafından, Alman ressamların temaları hayal ürünü, fantastik ve rüyamsı niteliğe sahip çalışmalarını anlatmak için kullanılır. Resim sanatındaki bu kullanımın ardından İtalyan yazar Massimo Bontempelli, terimi edebiyat alanına taşır. Sonrasında ise Latin Amerikalı yazarların eserlerinin sınıflandırıldığı bir akım olarak kendini gösterir. Arjantinli yazar Jorge Luis Borges’in 1935 yılında yayımlanan Alçaklığın Evrensel Tarihi isimli eseri, ilk büyülü gerçekçilik çalışması olsa da akımın en tanınmış yazarı 1967 yılında yayımlanan Yüzyıllık Yalnızlık ile Kolombiyalı Gabriel García Márquez’dir. Özellikle Gabriel’den sonra Latin Amerikalı yazarları bu akımdan ayrı düşünemeyiz. Bunda eserleriyle bir döneme damga vurmaları kadar seleflerinin de onların izinden ayrılmadan yazması oldukça etkilidir. Fakat son yıllarda Gabriel’in ülkesi Kolombiya’da büyülü gerçekçiliğin dışında kalarak da Latin Amerika Edebiyatı yapılacağını gösteren ve yazdığı her eserle çok konuşulan biri var: Juan Gabriel Vásquez.

“YÜZYILLIK YALNIZLIK”IN GÖLGESİ

Çarpıtma Sanatı Juan Gabriel Vásquez Çev. Süleyman Doğru Everest Yayınları 2019 234 sayfa

Everest Yayınları’nın Süleyman Doğru çevirisiyle Türkçeye kazandırdığı Çarpıtma Sanatı Eylül ayında raflardaki yerini aldı. Kitabına kurgu okumanın uyuştucu, kurgu okurunun ise bağımlı olduğu metaforuyla başlayan Vásquez bütün bağımlılıklarda olduğu gibi, onu açıklamaya yönelik her türlü teşebbüsün “sınırlı kalacağını” söylese de kurgu edebiyatını açıklama çabasından geri durmuyor. Üstelik bunu yaparken yalnız da değil. Vásquez ile birlikte; Cervantes, Conrad, Garcia Márquez, Philip Roth gibi birçok yazarın bu konudaki düşüncelerini de öğreniyoruz.

TARİHİ ÇARPITMA ÖZGÜRLÜĞÜ

Kitabında Latin Amerikalı bir yazar olarak kendisinin dünya edebiyatındaki yerini de tartışıyor Juan Gabriel Vásquez. Bu bölümde Contaguana’nın Gizli Tarihi romanını yazma sürecine de tanıklık ediyoruz. Ve karşımıza sürpriz bir isim çıkıyor: Orhan Pamuk. Vásquez, Orhan Pamuk’un şu cümlesini okuduktan sonra romanını çok daha kolay yazdığını söylüyor: “Tarihsel romanın görevi geçmişin kusursuz bir kopyasını üretmek değil, tarihi yeni bir şey ekleyerek anlatmak, onu zenginleştirmek, kişisel deneyimin hayal gücü ve ihtirasıyla onu değiştirmektir.” Tarihi değiştirmek çizgiyi aşmak olmaz mı diye soruyor kendi kendine. Sonra “Hiç sanmıyorum” diyor: “Eğer bize her tarihin kurgu olduğu söyleniyorsa, biz romancılar bundan, geçmişi gözler önüne sermenin yegane yolunun onu bir anlatı ürünü (bu yüzden de her türlü biçimde anlatılmaya elverişli bir şey) olarak ele almak olduğunu anlarız.” Yazarın Kolombiya tarihini bir parodi tarzında anlattığı romanını ancak Carey’in Illywhacker ve Pamuk’un Benim Adım Kırmızı adlı romanlarını okuduktan sonra yazmış olduğunu itiraf etmesi ve kendi toprakları dışında başka başka tarihsel romanlar olduğunu vurgulaması da taciz edilmekten sıkıldığı “Márquez’in gölgesine” açık bir gönderme niteliği taşıyor.

DON KİŞOT HAKKINDA YANLIŞ ANLAMALAR

Don Kişot ikinci cildin başında Sancho’ya maceraları hakkında kamuoyunun birinci ciltte anlatılanları nasıl karşıladığını sorar. “Farklı fikirler var” der Sancho. “Kimileri ‘deli ama eğlenceli’, kimileri ise ‘cesur ama bahtsız’ bulurken, ‘kibar ama münasebetsiz’ olduğunuzu söyleyenler de var; buralarda o kadar çok laf dolaşıyor ki ne zatıalinizde ne de bende tek bir sağlam kemik bırakmıyorlar.”

1615’te yayımlanan ikinci ciltten bu güne Don Kişot ve Sancho’nun kemiklerinin kaderinin pek değişmediğini belirterek başlıyor Vásquez bu bölüme. Ve eser hakkında yüzyıllardır iki uçta gidip gelen yorumları arka arkaya sıralıyor. Bu bölüm oldukça şaşırtıcı çünkü sayfalarda ilerledikçe sık sık kendinize şu soruyu soruyorsunuz: “Tüm bu insanlar, aynı kitaptan mı bahsediyorlar?”

Auden’in “İspanyol İncili” diye adlandırdığı eser, Vladimir Nabokov için “tüm zamanların en karamsar ve en barbar kitabı” oluyor. Nabokov’un eleştirisinin dayanağı Don Kişot’un acısına okuyucunun gülüyor olması. Oysa aynı kitap için atılan o kahkahalar Batı’da devasa bir vicdani devrim başlatıyor: Roman. Cervantes’in komik imlemi olmasaydı, roman türü ve İngilizcede Kadın Kişot, Dirilmiş Don Kişot, İkinci Don Kişot, Felsefi Kişot, Politik Kişot, Spiritüel Kişot gibi isimlerin doğmayacağını anlatan Vásquez, İngiliz Edebiyatı’nın Cervantes’i bağrına basmak yerine adeta ele geçirdiğini de vurgulamayı ihmal etmiyor. İngiliz yazarların Kişot’da ne gördüklerini İspanyolların ise neyi gözden kaçırdığını, Cervantes’in edebi mirasçılarının neden İspanya’da değil de İngiltere’de doğduğunu mizahi bir dille sorguluyor.