Türkiye’nin üç noktaya odaklanması gerekiyor. Daha doğrusu gerekiyordu. Bunu geçmişte de her vesile ile d
Türkiye’nin üç noktaya odaklanması gerekiyor. Daha doğrusu gerekiyordu. Bunu geçmişte de her vesile ile dile getirmiştim. Basra Körfezi, Akdeniz’in Afrika’ya açılan kapısı Libya ve Hint Okyanusu’nun anahtarı Yemen. Maalesef, her üç bölge de dünyanın en büyük çıkar çatışmalarına sahne olmaktadır. Tarihi derinliğinin nirengi noktaları olan bu bölgelerde Türkiye, sorumluluk almak zorundadır. Ancak aktif dış politikasını hazmedemeyen küresel güçler, Türkiye’yi sürekli bu bölgelerden uzak tutmaya çalışmaktadır.
Oysa, yoktan sebepler ile Katar kuşatıldığında, Basra Körfezi’ndeki ateşi Türkiye’nin hızlı ve kararlı politikası engelledi. Türkiye’nin Katar’da askeri üs bulundurması bölgeyi mutlak bir ateş sarmalından kurtardı. Bugün Körfez’de yumuşayan ilişkiler; Suudi Arabistan ile Katar arasında başlayan arka kapı diplomasının ardında; Türkiye’nin Körfez’de askeri varlığıyla bulunması yatmaktadır. Şimdi konuşulmuyor, anlatılmıyorsa da, Katar’daki Türk askeri varlığının barışa katkısını tarih yazacaktır.
Katar’a karşı harp başlatamayanlar, Yemen’i kana bulayıp dünyanın gözü önünde bir ülkeyi yok olmakla karşı karşıya getirdiler. Batılı askeri güçlerin Aden ve Babulmendep’te cirit atması bu harbi engelleyemedi. Bilakis koalisyon güçlerine sağlanan destek ile siyaset ve uluslararası diplomaside sergilenen hipokrasi savaşta da sergilendi. Tıpkı yıllarca İran-Irak savaştırıldığı gibi anlamsız bir şekilde Yemen-Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikler de savaştırıldı. Savaştırılıyor..
Yemen’de bir Türk üssü bulunsaydı böyle olur muydu? Olmazdı elbette.. En azından Katar’da alınan sonuç burada da sağlanabilirdi. Türkiye-Yemen tarihi ilişkileri, iki ülkenin birbirine karşı hiçbir çekincesinin olmaması ve halkların yakınlıkları bölge dengelerinde karşılık bulur, savaşın başlamasını veya bu dereceye varmasını engelleyebilirdi. Maalesef geç kalındı. Somali’nin yeniden inşasında gösterilen gayret, Yemen için gösterilemedi ve Türkiye’nin tarihi derinliğindeki nirengi noktalarından biri kırıldı.
Üçüncü nokta olan Libya’da Kaddafi’ye karşı 2011’de başlayan ayaklanmalar sırasında Türkiye oldukça mutedil davrandı. Taraflara itidali önerirken, insani yardım konusunda da dünyaya örnek operasyonlar gerçekleştirdi. Ama ne olduysa, birden sahaya Türkiye’nin tanımadığı güçler sürüldü. Olmadı, ABD’nin yıllarca beslediği Halife Hafter öne çıkarılıp Libya’da büyük bir fitne ateşi yakıldı.
Her yerde aynı taktik uygulandı. Önce terör yaygınlaştırıldı. Halk, siyaset, yönetimler; hemen herkes korkutuldu. Sonra sahneye sahte kurtarıcılar çıkarıldı. Ülkeyi bütünleştirmek iddiasında olan Hafter eliyle Libya bölündü ve tehdit Trablus, Mısrata sınırlarına dayandı.
Libya, Türkiye’nin namusudur. Trablus ve Mısrata, Türkiye’nin olduğu kadar bölge istikrarının ve geleceğinin anahtarıdır. Yalnız bırakılmayacak kadar önemli, gözden çıkarılmayacak kadar kıymetlidir. Üstelik bu bölgeler kabuğunu kıran Türkiye’nin Akdeniz’den çıkış; Afrika’ya giriş kapısıdır.
Şimdi gelelim can alıcı soruya: Türkiye, BM’nin tanıdığı Libya’nın meşru hükümeti olan Trablus’a yardım için bölgeye asker göndermeli mi? Orada Katar’da olduğu gibi bir üs kurmalı mı?
Cevabımız nettir. Bölgede dengelerin yerine oturması ve barışın sağlanması için evet, asker göndermeli ve gerekiyorsa üs kurmalıdır. Ancak bu, geciktirilmeden yapılmalıdır. Yeni bir Yemen hadisesi yaşanmadan Türkiye tedbirini almalıdır. Tarih tereddütlerin sebep olduğu binlerce felâketlere şahittir. Barışın korunması için Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Yürütme; hızlı karar alarak, kamuoyunun vicdanını rahatlatmalıdır. Asker göndermek, üs kurmak savaşı göze almak olsa da; barışı tesis etmek için kaçınılmaz tek yoldur. Hafter ve etrafındaki paralı askerlerin diplomasi ile geri çekilmeleri mümkün değildir. Üstelik aleni bir şekilde, Türk, Türkçü, Türkiyeci ve Osmanlı diye suçladıkları Mısrata halkından intikam alma naraları atarken; onları durduracak tek çare Türk askerinin varlığı olacaktır.
Savaşı hiçbir yazımda savunmadım. Burada da asla savunmuyorum. Savaş çığırtkanlığını da ahlaksızca bulurum. Ama savaş narası atanlara karşı anladıkları dilden konuşulmasının gerektiğine inanırım.
Bu yüzden bir daha söyleyelim; Libya’ya asker göndermek savaşı değil barışı talep etmektir. Bölgede akacak kanları durdurmaktır. Türkiye ile asırlarca yaşanmış kan bağını ihya etmektir.
Dahası, başı her sıkıştığında Akdeniz Türkeri’nin sığınma adası olan Libya’ya karşı vefa borcunu ödemektir.