Mehmet Acet: Havada uçuşan senaryolar…

Mehmet Acet: Havada uçuşan senaryolar…

Gerçeği, sadece gerçeği anlamaya çalışanlar açısından zor bir mesele ile karşı kar

4 أرقام للمصري صلاح بعد هدفه في سالسبورغ النمساوي بأبطال أوروبا
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy: İki ülke oldubittilere izin…
En kalın buzul eriyor

Gerçeği, sadece gerçeği anlamaya çalışanlar açısından zor bir mesele ile karşı karşıyayız.

Bir ayağında asparagas haberlerle kariyer yapmış, yaptıkları haberlere ‘güven’ duymakta zorlanılan iki gazeteci marifetiyle ortaya dökülmüş bir iddia.

Diğer ayağında, konuştukça meseleyi anlaşılır kılmak yerine, yeni çelişkilerle soru işaretlerini büyüten bir siyasi tutum.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, katıldığı televizyon programında ‘Beştepe’ye giden CHP’li’ iddiasıyla ilgili olarak, ilk andan itibaren her şeyden haberdarmış izlenimi veren bir görüntü verdikten sonra, iş dallanıp budaklanınca, yayılan haberin hiçbir yerinde olmadığını göstermeye çalışan bir tutum izledi.

Ama yeni sözleri, yeni soru işaretleri, yeni çelişkileri beraberinde getirmekten öte pek bir işe yaramadı.

Örneğin, tartışmaları köpürten haberin şu an için bilinen ilk kaynağı olan gazeteciyle 7 yıldır görüşmediğini söyledi.

Ama aynı ismin geçen yıl Kılıçdaroğlu ile görüşerek bir yazı yazdığı ortaya çıktı.

Bu durumda ikisinden biri yalan söylüyor diye düşünmez misiniz?

Mesele eğer, gazetecinin gerçekten bir kaynağı olmadan uydurduğu bir kulis haberi üzerinden alıp başını gitmiş ise, Kılıçdaroğlu’nun üstüne üstüne giderek hem işin aslının anlaşılmasına katkı vermesi gerekmez miydi?

Örneğin;

-İlgili kişiye “Madem böyle bir bilgi aldın kaynağını açıkla” diye çağrı yapması beklenebilirdi.

-Meselenin ne olduğunun anlaşılması için dava açmak, onu yapmıyorsa haberin uydurma olup olmadığının belli olması için ‘hodri meydan’ demek gibi yöntemlere başvurabilirdi.

-Böyle bir haberin bir gazete köşesinde yayınlanacağından önceden haberdar olmadığına dair güçlü, ikna edici, “Baksanıza adamın gerçekten dünyadan haberi yokmuş” dedirtecek başka türlü çıkışlar da yapabilirdi.

Ama yapmadı.

Eğer, gerçeğin sadece gerçeğin ortaya çıkması, kendisi ve partisi üzerindeki yükün hafiflemesi gibi bir niyeti olsaydı, Kemal bey bu saydıklarımıza benzer bir tutumla hareket edebilirdi.

Etmiyorsa, kendi ismi üzerinde toplanan kuşku bulutlarının dağılmasını beklemek mümkün olabilir mi?

Kılıçdaroğlu dünkü grup toplantısında bu konuya 1 dakikadan daha az bir süre ayırdı, şu cümleleri kurdu:

‘’Bizlere kumpas kuruyorlar, isterseniz Çin Seddi’ni getirin, yıkıp geçeceğiz.’’

Bir önceki gün açıklamalar yapan Parti Sözcüsü Faik Öztrak da işi Beştepe’ye yıkarak geçiştirme kolaycılığına başvuran sözler sarf etmekle yetindi.

“Saray’da yazılan bu kumpasın açık hedefi CHP Genel Başkanı’dır” dedi.

Halbuki mesele ilk andan itibaren CHP içinde tartışılan, müsebbipleri bu parti içinde aranan, çete suçlamalarının havada uçuştuğu bir tartışma olmanın ötesine geçmiş değil.

Pazar akşamı konuştuğum Kılıçdaroğlu’na yakın üst düzey bir CHP’li de bunu böyle anladığı için “Bu bizim meselemiz”, “Muharrem İnce tepkisinde haklı”, “Saray diyorlar, Saray’la bu işin alakasının olmadığı anlaşıldı”, “70 yıl sonra ilk defa milletle arayı bulmaya başlamıştık. Şimdi bu iş çıktı” türünden cümleler sarf etmişti.

Üzerinde durduğumuz konu eğer gerçekten bir delinin bir kuyuya bir taş atmasından ibaret ise, memleket bir haftasını boş beleş bir mevzu üzerinden heba etti der geçersiniz.

Ama şu an için öyle görünmüyor.

CHP’nin belli bir senaryo doğrultusunda uzaktan yönlendirilebilen bir parti olduğuna dair elimizde yeterince veri var.

Kılıçdaroğlu’nun partinin başına geliş biçimini bile uzaktan yönlendirmeli bir senaryonun ürünü olarak gören yaygın bir anlayış mevcut.

Deniz Baykal’ın tasfiye edildiği, yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun geldiği, ya da kimilerine göre getirildiği dönemin üzerinden 6 ay sonra 10 yıl geçmiş olacak.

Yoksa, Türkiye’yi 10 yılda bir darbe yapmaya kodlamış bir yerlerdeki bir takım ‘akıl sahipleri’ şimdi de CHP’yi 10 yılda bir yenilemek istiyor olabilir mi?

Kulak verdiğimiz çevrelerin bir kısmından böyle şeyler duyuyoruz.

Başka bazıları ise, şöyle şeyler söylüyor:

“İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun aklı İstanbul’da değil. İstanbul’da bir varlık gösteremeyeceği de yavaş yavaş anlaşılmaya başladı.

İmamoğlu’na alan açmak isteyenler, popülaritesini hepten yitirmeden, kendisine daha yukarılarda, daha farklı yerlerde, daha uygun alanların açılması için çaba harcıyorlar.”

Bir de, bu senaryonun aksine yaklaşan kurultay takvimi öncesinde Kılıçdaroğlu’nun yerini daha da sağlamlaştırmak için harekete geçilmiş olduğunu düşünenler var tabi.

Kılıçdaroğlu’nun işin aslının ortaya çıkmasına dönük bir tutum almak yerine, “Tayyip Erdoğan partimizi dizayn etmeye çalışıyor ey CHP’liler” söylemi üzerinden ilerlemesi, bu senaryoya yatırım yapanların temel tezini oluşturuyor.

Hoş, işin burasında da akıllara “CHP daha ne kadar dizayn edilecek” sorusu düşmüyor değil.