“-mış gibi yapan” iki Türkiye

“-mış gibi yapan” iki Türkiye

Bizi sahicilik kurtaracak. Samimiyet yani. Samimiyetle birbirimize yaklaşmamız, samimiyetle yaptığımız öz-eleş

Russell Crowe's property scorched by Australian bushfires
Turkish natural stone sector focuses on South America
Rohingya pray for justice amid Myanmar genocide hearings

Bizi sahicilik kurtaracak. Samimiyet yani.

Samimiyetle birbirimize yaklaşmamız, samimiyetle yaptığımız öz-eleştiriler.

Kendini eleştirmeyenin başkasını eleştirmeye hakkı yok, olmamalı da.

Kendini eleştirebilecek kadar özgüven sahibi olan ve diğer kesimi iyi tanıyan, ülkenin önünü açacak kesim olacak.

“-MIŞ GİBİ” YAPAN İKİ TÜRKİYE

Tedirgin edici de olsa gerçek şu: İki Türkiye var: Birincisi, laik(miş gibi yapan) Türkiye. İkincisi de, Müslüman(mış gibi yapan) Türkiye.

Ayaklarını basacakları sağlam bir yer’leri olmadığı için iki Türkiye’nin zihni de aynı şekilde işliyor: “Mış gibi” yaparak vaziyeti idare etmek, vaziyeti kurtarmak.

Başka bir ifadeyle, iki Türkiye’nin ortak noktası, “-mış gibi yapmak”.

Araçsal akıl, iki Türkiye’nin bir başka ortak noktası: “Laik Türkiye”nin müntesipleri, laikliği; “Müslüman Türkiye”nin müntesipleri de, İslâm’ı sürekli olarak araçsallaştırmakta hiçbir sakınca görmüyorlar.

“Laik Türkiye”nin laikliği de, “Müslüman Türkiye”nin Müslümanlığı da simülatif ve sanal. O yüzden, iki Türkiye de, oluş, varoluş ve fikir çilesinin ne demek olduğundan bîhaber. O yüzden, iki Türkiye de, gücü, vicdansızlığı, köksüzlüğü, ilkesizliği meşrûlaştırmakta son derece mâhir.

Yaklaşık yüzyıldır, bu iki sanal Türkiye arasında yaşanan gerilimin, mücadelenin travmatik sonuçlarını yaşıyor Türkiye: Laikçiler laikliği; İslâmî kesimler ise Müslümanlığı araçsallaştırdılar ve bu iki sanal Türkiye’nin fanatikleri de, grupsal, kişisel, dünyevî çıkarlarını pekiştirmekte, hiçbir sakınca görmediler.

Türkiye, medeniyet tecrübesinin derinliği, tarihî tecrübesinin zenginliği ve kollektif hafızasının enginliğinden ötürü, bu ülkenin insanlarını bugünlere taşıdı her şeye rağmen. Ama bundan sonra bu sanallıklarla vaziyeti idare edebilmesi artık zor. Türkiye’nin bir sıçrama yapabilmesi, yeniden tarihî bir yürüyüş başlatabilmesi için, bu iki sanal Türkiye’ye çekidüzen vermesi gerekiyor öncelikle.

“Mış gibi yapmak”, vaziyeti idare etmek, vaziyeti kurtarmak, bizim bir yüzyılımıza maloldu: Bizi tarihten uzaklaştırdı; bize yalnızca tarihte tatil yaptırdı: Bu son bir yüzyıl boyunca, tarihi hep başkaları yaptı.

YOL AYRIMI…

Laiklik, bizim geliştirdiğimiz bir “şey” değil/di: Batı’da geliştirilen, bize de Lozan’da Batılılar tarafından dayatılan bir “şey”/di. Lozan’da Batılılar, medeniyet iddialarımızı terk etmemiz, bunun yerine laikliği benimsememiz, Batılı yörüngeye girmemiz şartıyla Türkiye’ye yalnızca teritoryal / coğrafî bağımsızlık verdiler: Ve Türkiye’nin tarih yapan, tarihin akışını değiştiren medeniyet iddialarına aslâ sahip çıkmayacağına dâir söz alarak, gerçek Türkiye’yi hem içeriden, hem de dışarıdan teslim aldılar; bize figüranlık rolü biçtiler.

Ama Türkiye, laikliği de, Müslümanlığı da “mış gibi yaparak” benimsemeye, böylelikle vaziyeti idare etmeye çalıştı bugüne kadar. Bu “sanal”lık, bizim Batılıların yaptıkları tarihe müdahale etmeyeceğimiz, bir iddia ortaya atmayacağımız, onların yörüngesinden çıkmayacağımız anlamına geliyordu.

Artık bu süre doldu: Dünyanın haritalarının yeniden çizildiği, yeni bir dünyanın kurulmakta olduğu bir zaman diliminde, artık “mış gibi” yaparak bırakınız vaziyeti idare etmeyi, varlığımızı bile koruyamayacağımızı görebildiğimiz bir noktaya geldik belli belirsiz.

Bizim yeniden tarih yapan bir aktör katına yükselebilmemiz için, “mış gibi yapma figüranlığı”nı ve sürgit hayaletler üreten, bizi birbirimize düşüren sanal Türkiye’yi terk etmemiz; derin medeniyet tecrübemizi, zengin tarihî tecrübemizi ve engin kolektif hafızamızı yeniden hayata ve harekete geçirerek tatilden eve dönmemiz, küresel / evrensel iddialarımıza sahip çıkmamız gerekiyor.

Yeniden tarih yapacak bir yolcuğa çıkabilmemiz, laiklikle mümkün mü? Asla mümkün değil. Çünkü laiklik, bizim tarih yapmamızı mümkün kılan iddialarımızı terk etmemizden ve bizi Batılıların karikatürü kılmaktan başka bir yere götürmedi.

Türkiye, yol ayırımının eşiğine gelip dayandı: Dünya bize bakıyor ama biz kendimize gelebilmiş değiliz hâlâ: Hakkın, hakkaniyetin, adaletin, vicdanın, ufkun, her türlü farklılığı yaşatmanın adı ve adresi olan Türkiye, İslâm’ın sunduğu medeniyet iddialarını yeniden insanlığa sunmanın yollarını bulmak zorundadır.