Şark Meselesi konuşulurken Batı’ya kıyasla eksiklerin ve yanlışların sorumluluğunun kime ait olduğu
Şark Meselesi konuşulurken Batı’ya kıyasla eksiklerin ve yanlışların sorumluluğunun kime ait olduğuna dair tartışmayı bugünle sınırlı tutamayız. Oryantalist külliyatı bu gözle taradığımızda epeyce malzeme bulabiliriz. Oryantalist külliyatta bulacağımız malzemenin Türk ve İslam dünyası ile sınırlandırılamayacağını da bilmek gerekir. Sorumluluk ve eksiklik bağlamında Afrikalılar, Amerikalılar ve Asyalıları ilgilendiren yığınla malzeme oryantalist bakış açısının belirli tezlerinin bütün coğrafyalara tatbik edildiğini gösterir. Türkiye’de sağ, sol ve muhafazakâr-dindar liberallerin sorumlu arama yarışında İslam dünyasına yönelik oryantalist bakıştan ciddî ölçüde yararlandıklarını görebiliriz. Bunda belirli bir sınır ve ölçüt olmadığını belirtmemiz gerekiyor.
“Yerlilerin ödünç alınmış oryantalizmi” ifadesiyle genel olarak aydınların kendimizle ilgili değerlendirmelerini eleştirmek istediğimiz açıktır. Doğu-Batı ilişkilerinde sorunların suçlu aramaya sıkıştırılmasının körleştirici bir sonuç doğurduğu bilinmesine rağmen kısır döngünün sürekli canlı tutulduğunu söyleyebiliriz. Kendini tekrar eden ve her krizde yenilenerek daha güçlü bir hâle gelen yerli oryantalizm, farklı geleneklere sahip kişi ve grupları da bünyesine dâhil ederek geçerli bir söylem biçimine dönüşüyor. Kuşkusuz oryantalizm, sömürgecilik ve emperyalizm döneminin bakış açısıydı. Onun için bugün, Doğu’ya dair meseleleri ele alırken yeni bakış açılarını farklı kavramlarla tanımlamak daha isabetli olabilir.
Israrlı bir şekilde yeni bir dönemin varlığından bahsediyoruz. Özellikle Doğu’nun meselelerine dair ülke ve coğrafya düzeyinde yeni mücadele biçimlerinin farklı bir döneme işaret ettiğini görmek gerekiyor. Sömürgecilik ve emperyalizm dönemlerinin büyük devletleri olan İngiltere, Fransa, Almanya ve Amerika’nın coğrafyamızdaki yıkıcı faaliyetlerini durdurmaya yönelik çabaların görülmemesi oldukça dikkat çekicidir. Özellikle Amerika, İsrail ve Fransa’nın yıkıcı faaliyetleri karşısında Suriye’nin yeniden imar edilmesi sürecinde ortaya çıkan görüntülerin dikkat çekmesi gerekirdi. Doğu’ya dair meseleler tam da bu alanda yoğunlaşmaktadır. Rusya, Fransa, İsrail, Amerika, İtalya ve İngiltere gibi ülkeler şehirleri, kasabaları ve köyleri baştanbaşa yıkıyor ama Türkiye ve Suriye halkı aynı yerleri yeniden ayağa kaldırmaya çalışıyor.
Suriye ve Irak bağlamında düşündüğümüzde bu yıkım ve imar faaliyetinin her bir kuşakta tekrar yaşandığını belirtmek gerekir. Elbette bu durumu sorumluluk tartışmasına dâhil etmek isteyenler çıkıyor. Hatta bu yazıyı dahi aynı bakış açısıyla değerlendirmek isteyenler çıkacaktır. Oysa Cerablus’tan itibaren Suriye’nin kuzeyinde yaşayan bölge insanlarıyla birlikte Türkiye’nin oluşturmaya çalıştığı ortam tam da ifade etmeye çalıştığımız yıkım ve imar faaliyetleri gerçekliğini gözler önüne sermektedir. “Ortadoğu bataklığı, Türkiye’deki Suriyelilerin sosyolojimizi değiştirmesi” gibi liberal söylemler hem Türkiye’nin “bekâ meselesi” olarak tanımladığı tehditlerin hem de imar faaliyetlerinin görülmesini engelliyor. Daha önemlisi bahsi geçen liberal söylemin oryantalist miras ile örtüşerek sorunlarla ilgili Doğuluları suçlayan bir söylem üretmesidir.
Bülent Arınç’ın muhafazakâr dindar elitlerin sözcüsü konumundaki liberal gazetecilerle örtüşen söylem biçiminin büyük bir tepki uyandırmasını önemsemek gerekir. Liberal muhafazakâr dindar elitlerin, Batı egemenliğine dayalı bölgesel sistemin sürekliliği için kendi ülkesini hareketsiz bırakmaya çalışan örgütlü bağımlı yapıları korumaya almaları postkolonyal dönemin alamet-i farikasıdır. Bunun sistemli ve kitabî bir davranış olması birbirinden uzak ve farklı coğrafyalardaki örneklerinden anlaşılabilir. Türk Ordusu, Suriye Millî Ordusu ile birlikte Fransa ve Amerika’yı, dolayısıyla İsrail’i durdurmakla kalmayıp bölgesel planda geriletti. Onların uzantısı terör örgütleri şehirlerden ve kasabalardan çekildikçe yıkımın derecesi daha iyi anlaşılıyor. Çok kısa bir zamanda içinde Tel Abyad ve Rasulayn’da başlayan imar faaliyetleri “Doğu’nun meseleleri” konusunda yeni bir bakış açısı sunuyor fakat liberal dindar muhafazakâr elitler “mağduriyet ve masumiyet” söylemi ile aynı bölgede Türkiye’yi durdurmaya çalışan bağımlı yapı unsurlarına kalkan oluyor. Asıl tartışılması gerekli olan budur.
Gerçekliği doğru bir şekilde analiz etmek ve kendimize ait bir bakış açısıyla yorumlamak namuslu aydının ülkesine ve coğrafyasına borcudur. Yerlilik ve millîlik dediğimiz de böyle bir şeydir.