Ömer Lekesiz: Mircea Eliade ve kutsal

Ömer Lekesiz: Mircea Eliade ve kutsal

“Din” derken herhangi bir müesses dini değil, genel olarak kutsalın tecrübesini kasteden Dinler Tarihçisi Mirce

No release for suspect in anti-Muslim attack
أنقرة: هناك مساع لتحريف الاتفاق التركي الأمريكي حول 'نبع السلام'
العشرات يتظاهرون في إسطنبول تضمانًا مع الكشميريين

“Din” derken herhangi bir müesses dini değil, genel olarak kutsalın tecrübesini kasteden Dinler Tarihçisi Mircea Eliade, dinlere karşı eşit bir mesafe durmasıyla maruftur ve ona göre kutsal da ‘bambaşka’ olanın tecrübesi olarak, insanı içerisinde bulunduğu mekan ve tarihi zamandan koparıp, sembolik ya da muhayyel surette başka yer ve zamanlara taşıyan bütün tecrübelerdir.

Eliade hakkındaki bu dar çerçevelemeyi de kendisine borçlu olduğum Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Ramazan Adıbelli’nin, Mircea Eliade ve Din adlı (İz Yayıncılık, İstanbul 2011) harika çalışmasının mutlaka okunması gerektiğini ısrarla hatırlatarak, gündelik hayatta, Batı’daki anlamıyla olsun kullanılmasını arzulatacak derecede din tanımlı birçok şeye yakıştırıldığına tanık olduğum kutsal terimine ana hatlarıyla değinmek istiyorum.

Eliade’nin kutsala mahsus ilk tanımı, “kutsal’ın kutsal-dışının karşıtı” olduğudur. Kutsalın bu ilk (ve hatta son) tanımında, Rudolf Otto’nun, “Kutsala Dair” adlı kitabındaki görüşlerine yasalanan Eliade, daha ilk tanımda belirginleşen karşıtlığı da yine ona yaslanarak şöyle ifade etmektedir:

“Kutsal karşısındaki, o mysterium tremendum (ürpertici gizem), ezici bir güç üstünlüğü yayan o majestas (haşmet) karşısındaki korku duygusunu keşfeder; varlığın eksiksiz tamlığı duygusunun içine serpilip geliştiği mysterium fascinans (büyüleyici gizem) karşısındaki dinsel kaygıyı keşfeder. Otto, tüm bu deneyimleri numineuse (ilahi) diye ifade eder (Latince’de ‘tanrı’ anlamına gelen numenden türetilmiş sözcük), çünkü ilahi gücün bir yönünün tezahürünün yol açtığı deneyimler söz konusudur. Numenle ilişkili yan, ganz andere yani kökten ve tamamen farklı bir şey olarak ayrıksılaşır: İnsani ve kozmik hiçbir şeye benzemez: İnsan onun karşısında kendi hiçliğini, ‘yaratılmış bir varlık’tan başka bir şey olmadığını, Tanrı’ya seslenen İbrahim’in sözlerini yineleyecek olursak, ‘toz ve kül’den, bir hiçten başka bir şey olmadığını duyumsar (Tekvin, XVIII:27)” (Kutsal ve Kutsal-Dışı, çev.: Ali Berktay, Alfa Yayınları, İstanbul 2017)

Eliade’nin bu değerlendirmesinde, Tevrat’a başvurmasından hareketle söylememiz gereken ilk şey, yukarıdaki ilgili cümleye dönerek, Otto’nun, Eliade gibi “din” derken herhangi bir müesses dini değil, genel olarak kutsalın tecrübesini kastetmediğidir. Açık surette bilinen odur ki, Otto, bilakis Hıristiyanlığa mahsus bir kutsallığı (yer yer İslam düşüncesiyle de hesaplaşma dürtüsüyle) tanımlamaya çalışmıştır. Eliade’nin, öncelikle kendisinin de bir Hıristiyan olması bakımından, söz konusu yaklaşıma tümüyle uzak durduğunu söyleyemesek de, en azından onun yaklaşımından hareketle, kutsal konusunda İslam’ın farkını düşünmeye yol açabiliriz:

Kutsal (Latincesi: Sacrum), Eski Ahit’te, İbranice, kadoş ve kodeş, Yeni Ahit’te Grekçe hagios olarak, sıradan veya kusurlu olandan ayrı olan anlamındadır. Hem İbranice’de hem de Grekçe’de ‘kutsal’ sözcüğü Tanrı ve ilahi olanla ilgilidir, Tanrı’ya aitlik anlamındadır. İnsanlar, eşyalar veya eylemler Tanrı’ya aitse kutsal sayılır. Tanrı ve Tanrı’ya hizmet için ayrılmak anlamını da taşır. (Kutsal Kitap Sözlüğü, İstanbul 2016)

Arapça “kds” kökünden gelen “el-kudus” paklığa denir ve pak olmak manasına mastardır. “el-Kuddus” ise Esma-i Hüsna’dandır. Bu pak’lık, Kur’an’da Ahzap suresinin 33. ayetinde yer alan, mealen “…sizi tertemiz, pampak etsin…” şeklindeki ibarede de algılanabilir (maddi) pisliği izale etme anlamına gelen temizlemeden daha üstün olması cihetinden kullanılmıştır (İsfahani). Ayrıca kudus kelimesi, Bakara Suresi’nin 30., Nahl Suresi’nin 102. ayetlerinde de yine paklık anlamında yer almaktadır.

Öte yandan, Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta, özellikle farklı birkaç kültürün etkileşimi nedeniyle, İlahi kelamın uğradığı tahrifte, tenzili kutsiyet ile tekvini kutsiyet biribirinden ayrılmaz bir şekilde iç içe geçmiştir. Oysa ki, İslamda da kudsiyet, el-Kudus, el-Mukaddes sıfatlarıyla sadece Allah’a mahsus sayılırken, Allah’ın ve Peygamberinin bizzat işaretledikleri nesneler ve durumlar, ancak şarinin takdisine (kutsallık nisbet etmesine) tahsis edilmiştir.

Bu nedenle kudsiyet, İslam’da doğrudan şari ile mukayyet iken, Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta dini olanın, hatta böyle nitelenen şeylerin tamamına yayılmıştır. Diğer bir söyleyişle tekvini ve tenzili kutsallık İslam’da Allah ile Peygamberinin bizzat işaretledikleriyle sınırlı tutulurken, Yahudilik ve Hıristiyanlıkta biribiriyle içiçe geçerek dini hayatın tamamına yayılmıştır.