On dört bin dört yüz kilometre kare

On dört bin dört yüz kilometre kare

Amerikan heyeti apar topar Türkiye’ye gelip de, aslında çıkarlarını hiç mi hiç tatmin etmeyecek o

​MİT'ten sonra Siber İstihbarat Birimi kurulacak
Trump için “ikna odaları“ kurdular..
Kuzey yıldızı parıldıyor

Amerikan heyeti apar topar Türkiye’ye gelip de, aslında çıkarlarını hiç mi hiç tatmin etmeyecek o anlaşmayla toplantıdan çıktıklarında aklıma ilk gelen soru şuydu: “Amerika, teröristlere zaman mı kazandırıyor?”

Bu sorunun cevabı bence şu: “Evet, elbette…”

Fakat bu cevaptan geriye doğru ilerlediğimizde karşılaştığımız manzara son derece olumlu. Unutanlar ve unutma eğiliminde olanlar için tekrar hatırlayalım. Türkiye’nin, “terörden arındırılmış bir güvenli bölge ihdası”nın şart olduğu tezine olumlu karşılık vermemişti Amerika ve Rusya. Sonunda kendi işimizi kendi başımıza görmeye karar verip bir güvenli bölge oluşturmak için Barış Pınarı Harekâtını başlattık. Aradan bir hafta geçti geçmedi, Amerika bizim tezimizi kabul etmek zorunda kalacak şekilde bir “güvenli bölge oluşturmak” için anlaşma yapmak zorunda kaldı.

Hiç şüphe yok ki bu, milletiyle, ordusuyla, siyaset kurumuyla Türkiye’nin başarısıdır. Ancak…

O “ancak” doğrudan Amerika ile ilgilidir. Çünkü biliyoruz ki yere batası Amerika 3-4 gün, bilemedin 10-15 gün daha müdahil olmasaydı meseleye biz zaten bölgede istediğimiz koridoru oluşturacak, hatta belki koridor derinliğini 50-55 kilometreye kadar çıkaracaktık.

Amerika’yı masaya oturtacak ve “zararına bir anlaşmaya” ikna edecek kadar başarılı bir devlet ve operasyon aklımız olduğu kesin. Türkiye’nin artık “masa kurma başarısı”na kavuştuğu da kesin. Can sıkıcı bir başka kesinlik ise şu: Terörle mücadelede yolun ortasında falanız; daha almak zorunda olduğumuz çok mesafe var ve fakat bu mesafeyi kendi başımıza almak zorunda kaldığımız her seferinde karşımıza Amerika çıkmazsa Rusya, Rusya çıkmazsa İsrail, İsrail çıkmazsa İran çıkacak.

Görünen o ki “adım adım stratejisi” uygulamak zorunda kalacağız önümüzdeki dönemde. Eh, bu bizi biraz zorlayacak ancak bu kararlılığımız ve bu operasyon gücümüz varlığını devam ettirebildiği sürece her seferinde istediğimizin bir kısmını alarak devam edeceğiz yolumuza.

Bu seferinde “on dört bin dört yüz kilometre kare” düştü nasibimize. Bence Amerika bu kadar telaşla müdahil olmasaydı bunun en az iki katı bir alanı “terörden arındırmış” olacaktık. Fakat zaten “milletlerarası oyun”un kuralları böyledir.

Amerika ile yapılan anlaşmanın beni alakadar eden kısmı “silahların bırakılması” ya da “muharip mevzilerin tahribi” falan değil. Çünkü biliyoruz ki yere batası Amerika dilediği zaman bu kapı itlerini silahlandırabilir tekrar. Anlaşmanın beni alakadar eden kısmı, demografisi terör örgütleri eliyle bütünüyle değiştirilmiş on dört bin dört yüz kilometre karenin Türkiye’nin güvencesiyle “hak sahiplerine” iadesi. O toprakların artık Türkiye’nin garantisi altında olması.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda gösterdiği “güvenli bölge haritası” üç aşağı beş yukarı hayata geçecektir artık. Bu, 1 milyon civarında insanın Suriye’ye dönmesini temin edecek, bölgeyi baştan aşağı yeniden mamur kılacak bir süreci işaret ediyor.

Ne derler bilirsiniz: “Tarih bazen siz oradayken yazılır.” Suriye’de bir tarih yazılıyor, üstelik artık “biz oradayken” değil; tarihin bir kısmını biz yazıyoruz.

Umudum ve inancım odur ki, Barış Pınarı Harekâtında büyük oranda şahit olduğumuz “milli mutabakat ruhu” varlığını güçlenerek sürdürürse bu tarihin sadece bir kısmını değil, çoğunu biz yazarız. Üstelik bizim yazacağımız tarih, “insana rağmen” değil, “insandan yana” olur.