I- Ülkemizin dostu ile düşmanını, Barış Pınarı Harekatının aynasında, olanca berraklı
I-
Ülkemizin dostu ile düşmanını, Barış Pınarı Harekatının aynasında, olanca berraklığı ile gördüğümüz günlerden geçiyoruz. Hepimizin üzerinde ağır bir iklim var. Bu ağır iklimi biraz olsun hafifletmek için her birimiz yapmakta olduğumuz işi en iyi şekilde yapmaya devam etmeliyiz. Ama yaptığımız işi en iyi şekilde yaparken; çatışmanın odağındaki siviller için, Türk askerinin ayağı taşa değmeden bir an önce harekatı başarı ile tamamlayıp kışlasına dönmesi için, duayı duaya ekleyerek yaşamak zorundayız. Ve elbette “burada” selamı çoğaltarak. Ayrılıkların, farklıkların değil, ortak duyuşların, duruşların altını çizerek. Yaralarımızı bütünlenerek sarmak zorundayız.
Kendi verdiğimiz tepkiyi/desteği merkeze alarak, başkalarını bizim gibi olmaya zorlayıcı söylemlerden zinhar sakınalım. Aile meclislerinde, dost meclislerinde çatışmacı dilden uzak duralım; ülkemizin huzuru için neler yapabiliriz, bize düşen nedir sorusuna cevap arayalım. Gençleri sorumluluk bilinci ile yetiştirmeyi ana meselemiz sayalım. Lütfen.
Harekatlar, savaşlar biter gündelik hayat devam eder. Gündelik hayat her şartta devam eder. Önemli olan nasıl devam ettiğidir. Nasıl devam ettiği sorusuna cevap verecek ölçüler, dar gelirlilerin, yaşlıların, çocukların, gençlerin, engellilerin, kadınların toplumdaki yeridir. Bunlara ilaveten artık sığınmacıların ve mültecilerin dahi toplumdaki yerini düşünmek, iyileştirmek, ülkemiz için, yani kendi yarınımız için önemlidir.
Gündelik hayat devam eder. Bazen sabahlar ağıt ile başlar bazen şairin dediği gibi “akşamlar bir roman gibi ” biter.
II-
Pazartesi günü sosyal medya gündeminin bir yanı Barış Pınarı Harekatına kilitlenmiş iken bir yanı da aşağıda dikkatinize sunacağım habere kilitlendi.
Haber şöyle:
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Avrupa Birliği (AB) Delegasyonu, 0 – 60 aylık çocuklarını kreş, anaokulu veya gündüz bakımevine gönderen, sigortalı çalışan 10 bin 250 kadına, her ay 650 lira civarında destek sağlayacak.
Öncelikle üzerinde durmamız gereken husus, her türlü sosyal hizmet harcaması için devletin imkanlarının iyi değerlendirilmesi olmalı. Kendimize örnek olarak Avrupa’nın, İskandinav Ülkeleri’nin yol haritasını alamayız.
Devletin yeterli bütçesi var ise bunun sigortalı çalışan kadınlara pay edilmesinden önce sigortasız çalışan/ çalışamayan kadınların çocuklarının eğitimde fırsat eşitliği kapsamında kreş ve ana okullarında bakımına harcanması gerekiyor diye düşünüyorum.
Sigortalı çalışan kadınların çocukları için kreş ve çocuk yuvası kurumlar için mecburi tutulması, 650 tl destekten daha önemli. Denilecektir ki evler ile çalışılan kurumlar arasındaki mesafe bu yöntemin pratik olmasına engel,
özellikle İstanbul için bu mümkün görünmüyor . Doğru. İstanbul için konuşacağımız bütün sorunların öncelikle beş İstanbul projesi üzerinden konuşmak durumundayız. İstanbul, içerisinden en az beş şehir çıkaracak yapıyı çoktan aştı. Keşke bu tartışmaların yapıldığı 90’lı yıllarda İstanbul’un bölümlendirilmesi gerçekleştirilebilmiş olsaydı.
Nüfusu 20 milyona dayanmış hiçbir şehri hasarsız yönetmek mümkün değildir.
Ama merkeze İstanbul’u alıp diğer şehirlere projeksiyonu İstanbul üzerinden yapacak olursak sağlıklı çözümler teklif etmiş olmayız.
Kadınların çalıştırılmasına karşı olan bazı kesimler, “sosyal hizmet” yardımlarını kadınları çalıştırmaya özendirmek olarak değerlendiriyor.
Hangi kesim olursa olsun konuşmamız gereken konu; kadınların çalışması ya da çalışmaması değil, kadınların kendisi ve çocukları için sağlıklı ortamlarda nasıl çalışabileceği meselesi olmalı.
Toplumsal konular kişilerin tercihine tavır alıcı bir şekilde ortaya konursa ortaya çözüm değil çatışmacı bir yapı çıkar. Henüz bekar olan ya da karısı çalışmayan erkeklerin, her gün ısrarla çalışan kadınlara karşı aşağılayıcı bir dil kullandığı sosyal medya ortamı, sorunların anlaşılmasını engelleyen bir atmosfer inşa ediyor.
Sosyal medyanın sorun çözücü değil sorun çıkarıcı yapısına rağmen aşama aşama düşünelim lütfen: Sigortalı çalışan kadın meselesi ilden ile değişir.
İstanbul’da çalışan bir kadın ile diyelim ki Kayseri ya da Batman’da çalışan kadının gündelik hayat rutini, imkanları ve imkansızlıkları birbirine yakın değil. İstanbul’da yaşayan kadınlar, iş ile ev arasındaki mesafe ve toplu taşımanın insani değerleri yitirmiş, yük taşır gibi insan taşıyan ortamından dolayı, aşırı yorgun ve gergin. İstanbul’daki kadın için bütçesine ilave edilecek 650 Tl değil çocuğunun bakımını ve eğitimini gerçekleştirecek küçük ölçekli yuvalar ve okullar daha işlevseldir.
Mesele çocukların daha iyi şartlarda yaşaması yarınlar için hazırlanması ise o zaman niye önceliğimiz sigortalı çalışan kadınların çocukları oluyor?
Çocukların sağlıklı bir ortamda büyüyebilmesi için ekransız ama akranlı ortamlarda bulunması gerekiyor.
Evler o eski bildiğiniz evler değil artık, dolayısıyla annenin evde olması, “evde” annenin varlığına delalet etmiyor.