Stigma! Yani leke, damgalama ile insanın lekeli olduğunun ifadesi. Sosyolog E. Goffman da Stigma (Damga) adını taşıyan b
Stigma! Yani leke, damgalama ile insanın lekeli olduğunun ifadesi. Sosyolog E. Goffman da Stigma (Damga) adını taşıyan bir çalışmaya sahip. Sosyologlar, insanları toplumda suçluya dönüştürmenin en önemli yollarından birinin lekeleme/damgalama olduğunu söylüyorlar. Yani birisini damgalayarak onun lekeli olduğunu göstermek… Böylece herkes ondan kaçar ve o kişi toplumdan tecrit edilir. Orkid’in Türkiye’deki kadınlarla ilgili reklamında da stigma ifadesi kullanıldı. Utanma, stigma kelimesi ile eşleştirildi. Burada kadınlarımızın ve kızlarımızın muayyen günü leke gördüğümüz iftirası atılıyor bize. Müslümanların, ped alırken gazeteye sarmakla kötü bir şey (utanç) içinde olduklarını düşünüyorlar. Orkid, toplumumuzda pedi gazeteye sararak alma davranışını stigma olarak kodlayarak önce bizim anlam dünyamızı aşağılıyor.
Avrupa’nın modern kadın kültürü, kendini en doğru ve en gelişmiş kültürü görüyor. Burada her şeyi alenileştirme, çıplaklaştırma, kamusallaştırma peşinde. Buna karşın özel alanı, mahremiyeti, sırrı ve gizemi de dinamitlemenin… Kadın kültürü endüstrileşme ile beraber bir piyasa değeridir. Onun içinde anlamını da kaybeder. Frankfurt Okulu’ndan Adorno’nun kültürel endüstri kavramıyla konuşursak, kadının etrafındaki faaliyetler artık bir endüstridir. Alıp satılan maldır. Üzerinde kar yapılandır. Buna karşı duran, bunu sorgulayan ve bunun dışında kalmak isteyen de bir “stigma” haline gelir. Kapitalizm de feminizm de onu damgalar. Orkid reklamı da bunu yapıyor. Kadının muayyen gününün mahrem olmasını aşağılıyor. Utanç olarak yorumluyor. Kadının utanç varlık görüldüğünü ileri sürüyor. Oysa gazeteye sarılma, bir mahremiyet kültürel kodun dışa vurumu. Kadınlarla kurulan ilişkinin ve davranışların mahremiyet içindeki tezahürü. Orkid reklamı ise burada mahremiyet ile kodlanan kültürel anlamı yıkıyor. Onu çarpıtıyor ve ötekileştiriyor. Bir anlamı dinamitleyerek onun yerine modern, Batıcı ve kapitalist bir anlamla doldurmaya çalışıyor. Kendine yol açmak için bunu büyük bir hevesle yapıyor.
Nasıl bir hevesle?
Kadınları şiddetten, geri kalmaktan ve eşitsizlikten kurtarma hevesi! Batı Hristiyanlığı’nın mesihçi kurtuluş vizyonu burada feminizm ve kadın eşitliğine transfer ediliyor. Bir mesiyanik toplumsal cinsiyet arayışı! Tabii ki bize iyilik yaparak bizi kurtarıyorlar. Eşitliğe, utanmazlığa(!), kamusallaşmaya, aleniyete çıkarıyorlar. Her şey açığa çıkıyor. Kadın bedenleri açığa çıkıyor. Göbekler, dizler, omuzlar… sığmıyor mahrem tutulan yerlerde. Özgürlüğe koşuyor hepsi! Bedenin, etin ve çıplaklığın özgürlüğü! Ruhun, edebin, utanmanın geri çekilmesi. Mesiyanik feminizm, kadını bütün utanmalardan uzaklaşmaya çağırarak ve utanmazlıklar içinde hidayete erdirerek mutluluğa varacağını vaat ediyor.
Kapitalizmle el ele yürüyen bir kültürel dönüşümdür bu. Kapitalizm, gerektiğinde kar ve kazanç için bütün anlamları anlamsızlaştırıyor. Utanma da buna dahildir, mahremiyet de. Bunun için bütün cinsiyet kültürümüzü, mahremiyetimizi çekinmeden bir ped markası ile “stigma” yapıyor. Aslında Batı antropolojisi ve sosyolojisinin kadınların muayyen günü ile ilgili “stigma” yargıları buraya yansıtılıyor. Sosyoloji, ilkel toplumlarda kadınların muayyen günlerinde aileden uzaklaştırıldığını ve lekeli görüldüğünü aktarıyor. Hindistan’da(Nepal’da) kadınların hala muayyen günlerinde evden uzaklaştırıldığı, ahırlara kapatıldığı ve terk edildiği görülüyor. Muayyen günler toplumda kirli ve lekeli kabul ediliyor. Kadınlar ve kızlar büyük bir tecrit yaşıyor. Acı hikayeler ve utanmazlık baş başa yürüyor. Bunlardan beslenen bir perspektif, Müslüman kadınlara ve onlara ilişkin davranma biçimine de genelleme yapıyor. Türkiye’nin mahremiyet kültürüne iftira atıyor.
Bu antropolojik ve sosyolojik bakışın kendisi bizzat stigma. Utanmayı reddeden bu kadın anlayışı stigma. Anlam dünyamıza taarruz eden bilinç stigma. Peygamberimiz, “Haya imandandır” diyor. İman bilinçtir, dünyaya bakmanın çekirdeğidir. Biz oradan, cinsiyet ilişkilerine haya ile bakarız. Ruhla, içle, kalple, mahremiyetle ve özenle bakarız. Kendi bakışımız bu, imanımız bu. Anlamımızın temeli de bu. Utanmayı, hayayı ve edebi yücelten bir anlam. Utanmazlığı, edepsizliği ve hayasızlığı da reddeden bir anlam. Kültürümüz, bu anlamlar üzerine yükselir. Feminizmden ve nihilizmden beslenerek reklam ve kapitalizm üzerinden sıradanlaşarak gelen bu hayasız akımlara karşı isyan sosyolojisi ile mücadele edeceğiz.