Sakin ol, her şeyi başaramazsın

Sakin ol, her şeyi başaramazsın

Aslında doğrudan Konya Valisi’ni yazmak niyetindeydim ama vazgeçtim. Kısaca değinsem çok bile. Karşı

Tolgay Arslan'dan Emre Belözoğlu'na büyük övgü: Gelmiş geçmiş en iyi…
US to investigate 'any' claim of weapons misuse in Iraq
UN trucks deliver humanitarian aid in Syria

Aslında doğrudan Konya Valisi’ni yazmak niyetindeydim ama vazgeçtim. Kısaca değinsem çok bile. Karşısındakine nasıl oturması gerektiğini öğretme çabası ve muhatabını azarlama biçimi ile bize “devlet sarısı”nı bir kez daha hatırlatan vali, bence her türlü takdirin üzerinde. Bu başarısından sonra İstanbul’a atanmasını bekliyoruz zat-ı şahanelerinin. Belki buradaki oturmayı bilmeyen insanlara da yol yordam öğretir de hepimiz cici, uslu vatandaşlar haline geliriz.

Ben başka bir taraftan ilerleyeyim. Kim ve Sullin’den sonra Goo Hara isimli bir K-Pop şarkıcısı daha intihar etti. Hayranlarına sorarsanız “yakın arkadaşı Sullin’in intiharına içerlemek ve kendisini eleştiren trollerin hakaretlerine daha fazla dayanamamak” başlıklarını anlatıyorlar size gerekçe olarak.

Asıl gerekçenin bunlar olmadığını tahmin ediyorum. Asıl gerekçe hem Güney Kore’de hem de dünyanın diğer ülkelerinde çocuklarımızı kasıp kavuran bir hastalık: “Başaramazsam ölürüm hastalığı.”

Biraz derinleştirmeye çabalayayım işin burasını. Kızımın geçen yılki sosyal bilgiler sınavları hep 100’dü. Bu yıl ilk sınavda 85 alınca afalladım tabii. ‘Öğretmenle mi konuşsam, rehber ögretmene mi danışsam, müdüre mi çıksam, ek ders mi aldırsam?’ diye düşünürken yakaladım kendimi. Hâlbuki ben, sınavları da karne notları da olağanüstü parlak bir talebe olmadım hiç. ‘Al beşi bitir işi’ en sevdiğim slogandı hatta. (Evet, on üzerinden.)

Peki, beni kızımın 85’i ile ilgili bunca endişeye sevk eden neydi?

Şurada anlaşalım önce. Başarı ve bağlı kavramlar nicedir sadece insana bağlanmış durumda. En sık duyduğumuz şey ‘insanın isterse her şeyi başarabileceği’ mottosu. Tabii buna her insanın potansiyelinin sınırsız olduğu önermesi de ekleniyor. Sonuç ise acıklı… Geçenlerde 4 bin metre yüksekte iki kaya üzerine gerdiği ipte zıplayan hokkabaz görüntüsünün üzerine şunu yazan insan var çünkü: ‘Korkularından kurtulduğunda insanın potansiyeli sonsuzdur.’

Aslında dünyanın bize bulaştırdığı yalanları çocuklarımıza aktarma yanlışından başka bir şey değil yaptığımız. Çocuklarımızın ‘başaramaması ihtimali’ hasta ediyor hepimizi. Sadece çocuklarımızın değil elbet. O parayı kazanamazsak, o hedefi tutturamazsak, o terfiyi alamazsak hayatın anlamını kaybetmekten korkuyoruz. Düşmekten korkuyoruz, yapamamaktan korkuyoruz.

Çocuklarımıza farkında olarak ya da olmadan bulaştırdığımız ‘başarı motivasyonu’nun kötü, çok kötü sonuçlarına da hazırlıklı değiliz üstelik.

Yetersizlik hissi, çocuklarımız için içinden çıkamadıkları bir kuyuya dönüşüyor. O kuyu, berbat bir yer. Diğer yandan da şu var: Başarmak için her yolu mubah sayan bir çocuğun yetişmesine yaptığımız katkıyla yaşamak zor.

Dahasını söyleyeyim: Başaramayacağını asla düşünmeyen çocuklar, Güney Kore örneğinde olduğu gibi, ‘başaramayacağıma ölürüm daha iyi’ cümlesinden ‘başaramadım, öleyim’ gerçekliğine ulaşıyor bir süre sonra. ‘Olmak istediğim insan olamazsam olmayayım daha iyi’ noktasına getiriyor insanları bu başarıperestlik.

İnayet, lütuf, şükür, tevekkül insanlığın tedavülünden kalkmış görünüyor.

Keşke çocuklarımıza da kendimize de sürekli ‘her şeyi başaramayız, mümkünü yok bunun’ cümlesini öğretsek, öğretebilsek. ‘İnsan genellikle her şeyi kendi başına başarabilen bir yaratık değildir’ noktasına ilerleyebilsek en azından ‘kendimize uyum sağlama’ konusunda bir mesafe almış olacağız.

Varsın o terfi bizim değil, bizden daha çok hak edenin olsun. Varsın üç kuruş az kazanalım. Varsın çocuklarımız arada sırada kırık getirsin.

Şimdi siz bu “varsın”ları “tabii ki öyle canım, ne olacak yani, üç günlük dünya” diye karşılayacaksınız. Fakat mesele söylemlerimizde değil, yaşam pratiklerimizde gizli. Başarı duygusuyla kurduğumuz hastalıklı ilişkide gizli.

Belki burayı biraz daha konuşmamız gerekecek.