Soçi mutabakatı siyasi tarihin yeni bir evresidir

Soçi mutabakatı siyasi tarihin yeni bir evresidir

Önce ABD ile Ankara’da, ardından Rusya Federasyonu ile Soçi’de varılan mutabakatlar göstermiştir ki; T&uum

Gençler Başakşehir’e idealleriyle geliyor
عقب ترحيلهم من تركيا.. وصول 7 ألمان ينتمون لـ'داعش' إلى برلين
اليمن.. مقتل 5 عناصر بالجيش شرقي البلاد

Önce ABD ile Ankara’da, ardından Rusya Federasyonu ile Soçi’de varılan mutabakatlar göstermiştir ki; Türkiye ne savaş peşinde, ne işgal amacında ve ne de macera arayışındadır. Yarım asra yakındır Irak topraklarından yöneltilen tehdidi ortadan kaldırmaya çalışırken; ABD, DAEŞ bahanesi ile Türkiye’nin Suriye sınırına PKK’nın uzantısı olan PYD/YPGyi yerleştirmiştir. Üstelik orta büyüklükte bir orduya yetecek bir donanımla. Nitekim Türkiye, uzun zamandan beri müttefiki ABD’den PKK’nın Suriye uzantılarını desteklememesini isterken; ABD sürekli manevralar çizmiş, bu talebi anlamazlıktan gelmiş ve nihayet anlar gibi yaparak; Türkiye ile oyalama devriyelerine başlamıştır.

ABD’nin müttefiki ve NATO’nun üyesi olan Türkiye’nin açık bir talebi vardı. O da, dokuz yüz küsur kilometre sınırı olduğu Suriye’den gelen tehdidi ortadan kaldırmak. Oysa ABD, meseleyi seksen milyonluk Türkiye’yi karşısına almayı göze alarak bir avuç teröristle işbirliği yapmayı yeğlemiştir. Sonuçta Ankara mutabakatı ile işbirlikçilerini yüzüstü bırakmış ve askerlerini Türkiye’nin güvenli bölge kurmak istediği sahadan çekmek zorunda kalmıştır.

Hepimizin gözleri önünde cereyan eden bu hadiseyi gelecekte tarihçiler ABD’nin günah sahifesine yazmaları için bir kere daha burada tekrar ediyorum. Zira Soçi mutabakatı zannedildiğinden daha büyük sonuçlara gebedir. İhtiyatla söylemek gerekse bile tarihi Türk-Rus rekabetini, Türkiye-Rusya işbirliğine taşımış, üstelik bunu dünyanın diğer süper gücüne karşı yapmıştır.

Kurulduğu topraklarda bile entrika ve zulüm üreten ABD’nin tarihi benzeri hadiseler ile doludur. Gücünü sürekli müdahale anlayışından ve büyüyen hadiselerin doğurduğu fırsatlardan alan ABD, süper güç unvanına asla layık değildir.

ABD, sıkıştığında, -ortakları PYD/YPG’nin yaptığı gibi- çöpünü toplayıp kaçma alışkanlığına sahiptir. Son elli yılda müdahale ettiği bütün coğrafyalara bakın: Hemen hepsinden arkasında bir yangın yeri bırakarak çekip gitmiştir. Başka bir ifade ile süper güç iddiasını yangınlar çıkarmasına borçludur.

Vietnam sendromunu hala atlatamadı. Afganistan’a bakın. Yangın yerine çevirip kendi haline bıraktı. Ya Irak’a ne dersiniz? 2003’teki müdahalenin acıları hala dinmedi, belki yarım asır daha da dinmeyecektir.

Tarihten bir hatırlatma yapalım. Birinci Dünya Savaşı’nda milyonlarca insan hayatını kaybederken seyirci kalan ABD, sözde “halkların kendi kaderini tayin etme prensibiyle” savaşın sonucuna ortak olmaya çalışmıştır. Herkesin “barışa son veren barış” olduğunda fikir birliği ettiği 1919 Paris Barış Konferansı’na adeta savaşın kahramanı gibi gelerek mazlum ve mağdur milletlere umut pompalamıştır. Avrupalıların yaptığı Sykes-Picot bölüşmesini beğenmediği için bölge halklarının kararlarına dayalı sınırların oluşturulmasını ileri süren King Crane Komisyonu’nu kurdurup coğrafyamıza göndermiştir. Ancak kısa zamanda bu planından da vaz geçerek umutlandırdığı bütün kesimleri yüz üstü bırakıp yeni “açık kapı politikası” ile daha sonra oluşan egemenlik alanlarını bile zorlayacak yeni bir formül geliştirmiştir. Bu tarihten sonra ikinci dünya savaşının sonuna kadar şimdi yapmaya çalıştığı gibi, bölgemizde perde arkasına çekilmiştir.

Kısaca, ABD’nin bölge sabıkası kabarıktır.

ABD bu sefer de müttefiklerine ihanet etti. Bir avuç terörist uğruna NATO sınırlarını ihlal ettirdi, tehdit ve tehlike altına soktu ve NATO’nun bütün saygınlığını zedeledi. ABD’nin karasız ve alışılmışın dışındaki adımlarını takipte zorlanan AB de büyük bir yara aldı.

Berlin Duvarı ile bittiği varsayılan Soğuk Savaş’ın, Rusya’nın Türkiye ile birlikte Suriye toprak bütünlüğünü yeniden garanti etmesiyle bitmediği ortaya çıktı. Soçi mutabakatı, devlet dışı aktörleri kullanıp;asimetrik vekâlet savaşlarını yaygınlaştırarak, dünya düzeninin ucuz bir maliyetle sürdürmenin mümkün olmadığını gösterdi.

Hani şu dizideki ifadeyle; “eşkıyanın dünyaya egemen olamayacağı” bir kere daha ortaya çıktı.