Süleyman Seyfi Öğün: Görgüsüzlük

Süleyman Seyfi Öğün: Görgüsüzlük

Baskın veyâ hâkim dünyâ görüşleri îtibârıyla ABD ile Avrupa arasındaki temelli farkla

Zulme rıza zulümdür
Turkey works on strategy to expand high-tech product exports
Sixteen people discovered in sealed container on ferry to Ireland, all…

Baskın veyâ hâkim dünyâ görüşleri îtibârıyla ABD ile Avrupa arasındaki temelli farklardan birisi de târihsel ağırlık farkıdır. Avrupa, derin feodal kökleri îtibârıyla, modernliğin tecrübelerine, şu veyâ bu şekilde târih bilinçlerini katmıştır. Modernliğe özgü bir pratik olan devrimciliğin târihle sorunu olduğunu biliyoruz. Devrimlerin kraliçesi; belki de yegânesi olan Fransız Devrimi de bunu en kuvvetli iddialarla ve en yüksek perdeden ortaya koydu. Lâkin, târihi bir tortu olarak gören; gerek söylemsel, gerek eylemsel olarak onu reddeden Fransız Devrimi, bütün artçı şoklarıyla berâber; karşıtını; yâni tutkulu târih şuurlarını ayağa kaldırdı. Evet, evrenselcilik, bireyci hümanizma vb fikir ve söylemler modernliğin baskın bir tarafını ortaya koyar. Ama diyalektiğin icâbı o derecede de, karşıtını; yâni târihçiliği besler. Modern dünyânın kültürel gerilim alanları , bu iki kutup arasındaki elektriklenmelerin yükünü taşır.

Bu ayırımın sınıfsal bir bağlamı da mevcuttur. Önce bunu kısaca hatırlayalım: Günceli ve geleceği özgürleştirmek için târihi dışlayanlar burjuvalardı. Dînî temelde Protestanlık, kurumsal-târihsel bir varlık olan Kiliseyi dışlıyordu. Ama bu kâfi gelmiyordu. Dünyevî temelde sorunlu olan ve yok edilmesi gereken aristokrasiydi.

Tartışmaları yönlendiren kavramların son derecede dikkât çekici olduğunu düşünüyorum. Bunlar, “şatafatlı” ve “sâde”, “biçimsel” ve “özlü”, “sunî” ve tabiî” vb ayırımları ortaya koyuyordu. Burjuvaların gözünde şatafat, biçimcilik ve sun’ilikten arındırılacak olan insanlığın önü de açılmış olacaktı.

Burjuvalar, aristokrasi ve Kilise’nin Barok ve Rokoko taşkınlıklarına karşı hiddetleniyor; bunları birer kofluk olarak târif ediyorken; aristokrasi ve ortağı olan Kilise ise, burjuva taleplerin ortak aklın damıttığı tecrübe birikimini ıskaladığını, insanlığı yolsuz yordamsız bıraktığını, bunun da büyük bir tehlike olduğunu ileri sürüyorlardı. Onlara göre burjuvalar, gelenek, görgü birikiminden mahrum, köksüzlerdi (parvenu).

Bu kavgaların görece yumuşadığı yer; bir nev’i Gulf Stream’i Britanya oldu. Britanya’da, sınıfsal ve kültürel bloklar arasına güçlü kültürel iletkenler yerleştirerek geçişleri ve alışverişleri arttırdılar. Bu sûretle alan ayrışmaları, işbirliği pratikleri; hattâ sentezlenmeler de mümkün oldu. Elizabeth ve Viktorya çağı bu sentezlenmelerin yüksek aşamalarını verir. Ama çelişkinin aşıldığı yer hiç şüphesiz ABD oldu. Yer yer Avrupa aristokrasisinin de sızmasına rağmen; Kıt’anın kültürel mukadderatında baskın olan, sınıfsal ve -ister dünyevî ister dînî olsun- kültürel kavgalarından ve hesaplaşmalarından arınmış bir burjuva dünyâ görüşüydü. Bu arınma, aynı zamanda bir dizi basitlemeyi de berâberinde getiriyordu. Basitlemelerin pratik hayatta karşılıkları vardı. Bu karşılıklar, Avrupa tarzı burjuva dünyâ görüşlerinin entelektüel çilelerini de aşındırıyordu. Kısa zamanda Know What yerine Know How’cılığa geçildi. Amerikan tarzı olarak bilinen yüzeysellik, bu başarılı basitlemelerin fonksiyonuydu. Burjuva dünyâ görüşü basitlemeleri ve yüzeysellikleriyle komplekslerinden de arınıyor ve alabildiğine işlevsel hâle geliyordu. Dahası, bu basitlemelerin modüler hâle gelmesi ve kapsama alanını genişletmesi de kolaylaşıyordu. Ama bu sürecin iç çelişkisi de yok değildi. Bütün mesele, Amerikan burjuva dünyâ görüşünün “üretim” ve “tüketim”deki karşılıklarıydı. Kavga, eylem de budur. Görgüsüz girişimcilik ve fırsatçılığın ayıplanmadığı, engellenmediği Kıt’ada, enerjinin nereye gideceğiydi başından beri sorundu. Büyük düşünen yatırımcılar , ekonomik çileye tâlip olanlar mı kazanacaktı; değilse küçük düşünüp kolay yolları seçen ekonomik lümpenlik mi? 1960’ların sonuna kadar, ite kaka, düşe kalka ilki kazandı. 1970’lerden günümüze ise ikincisi. Aslında basitleme olarak başlayan bir süreçten başkasını da beklememek gerekiyor.

Kapitalizm görgüsüz girişimciyi ve görgüsüz tüketiciyi hedefler. Görgü engeller. Görgüsüzlük ise engellenmemişliktir. Engellenmemiş girişimcinin görgüsüzlüğü ekonomik yatırım değeri taşıyorsa görmezden gelinir. Hattâ o görgüsüzlükler sempatinin konusu olur. Ama engellenmemiş, görgüsüz tüketicinin kaçarı yoktur. O ayıplanacaktır. Hem de kimler tarafından, biliyor musunuz? En az onlar kadar görgüsüz, sığ tüketiciler tarafından. Şu aralar görgüsüz Müslüman tüketiciler hedefte. Türkiye’de 1960 veyâ 1970’lerin, Avrupa tesirli, görece derinlikli ve çileci burjuva zihniyetlileri ile onların ABD ve Kanada tesirli sığ ve hazcı çocuklarını bir mukayese etmek ağır bir şok getirir. Bundan kurtulmanın kolayı var; akaidi kuvvetli, muamelatı zayıf görgüsüz bir Müslüman tüketici bulur, abanırsınız ona..