Süleyman Seyfi Öğün: Önyargılar

Süleyman Seyfi Öğün: Önyargılar

Türkiye’nin son askerî girişimi, neredeyse büyün dünyâyı sarstı. ABD’de Cumhûriyet&cc

'النواب الأمريكي' يمرر مشروع قانون لصالح مسلمي الأويغور
Dünya serveti azınlığın elinde
Yarın İstanbul'da bu yollar kapalı: 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı…

Türkiye’nin son askerî girişimi, neredeyse büyün dünyâyı sarstı. ABD’de Cumhûriyetçi ve Demokratların hatırı sayılır bir kesimi, Türkiye’yi ağır bir tonda suçlayan ortak bir noktada buluştu. AB, Arap Birliği, hattâ Çin de bu kervâna katıldı. Medyada Türkiye aleyhtarı yayınlar dalga dalga büyüdü. Dünyâ kamuoyunda Türkiye karşıtı tutum ortaya çıktı. Âdeta, Yedi Düvel karşımızda.

Aslında bu tarz bir fırtına bekleniyordu. Tansiyonun beklendiğinden fazla olması, bir dizi tehdit de içermesi, Türkiye’de bâzı çevreleri paniğe sevk etmiyor değil. Pek belli etmiyorlar; ama bu söylemlerine yansıyor. En hafifinden söylenen şu: Türkiye, bu saldırılara karşı tesirli bir kamu diplomasisi uygulamıyor… Evet, bir şeylerin yapılmakta olduğu muhakkak. Belki eksikler de vardır. Ama bu suçlamayı yapanlar ne umar ki? Günün sonunda, Avrupa ve ABD’de Türkiye’yi suçlayan çevrelerin; “Ah, yanılmışız. Çok özür dileriz” demesini mi? Bu suçlamayı yapanların kâhir ekseriyeti Einstein’a mâl edilen meşhur bir sözü eminim ki duymuşlardır. Yazılı herhangi bir metinde karşılaşmadım; ama Einstein’ın “Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan daha zor” dediği rivâyet edilir.

Dünyâ her dâim, bir önyargılar seti üzerine kurulmuştur. Önyargıları bir yere kadar dağıtacak olan bizzât tecrübelerin kendisidir. Bâzı insanlar, ki azınlıktırlar, kendi önyargılarına savaş açmış; bu yolda da belli bir başarı sağlamış olabilirler. Ama, eğer tecrübelerde bir karşılığı bulunmuyorsa, tesirsiz hâle getirdiğimizi düşündüğümüz önyargılar, olmadık yerlerde nüksedebilecektir. Hattâ bâzen tecrübelerin bile bunun önünü alamadığını görebiliriz. Kaldı ki, biz önyargıları “husûmet” boyutuna vardığı zaman fark ediyoruz. Hâlbuki bir önyargının kendisini açığa vurmasının sayısız şekli, yolu, tarzı vardır. Bunu biraz açalım…

Her önyargı, “ikilikçi” ( düalist) ve “astçı-üstçüdür” (hiyerarşik). İyi – kötü, siyah-beyaz, doğru-yanlış, akıllı-aptal, medenî-ilkel vb. ayırımlara oturur. Bunların dizilimi de, yukarıdan aşağıya doğru olur. Önyargının öznesinin konumu; “iyiler”, “doğrular” “akıllılar” ve “medenîler” olarak yukarıdadır. Buna mukâbil nesneleştirilen kim ve ne varsa aşağıda konumlandırılır. Meselâ bir önyargının yumuşaması bile onu ortadan kaldırmaz. İllâ suçlamak ve katı bir şekilde dışlamak gerekmez. Takdir ederek de aşağılamak mümkündür. Türk ve Müslümân bir dünyâya mensûbiyeti olan bir kişinin veyâ olgunun, bir Batılı tarafından takdir edilme hâlini, bunu yapanın hâkim önyargıların dışına çıkmış olması gibi değerlendiririz. Onları, bizlere tarafsız yaklaşıp, cevherimizi keşfetmiş nâdir dostlar olarak görürüz. Bir Batılı’nın “Yahu siz Türkler, aslında ne kadar da iyiymişsiniz” demesi, hattâ söylediklerini daha da ileri giderek “Doğu Batı’dan âlâdır” diye taçlaması, ruhûmuzu okşar, zevkten dört köşe yapar. Hâlbuki kurgu değişmemiştir. Takdir etme ayrıcalığı sanki onlarındır. Bizlerin takdir etme hakkı yoktur. İyiler ve akıllılar bizi takdir ederek “takdis” etmezse, ne olduğumuz hakkında en küçük bir fikrimiz bile olmaz. Onların bize değer vermesiyle değer bulmak gibi târihsel bir takıntımız olduğunu kabûl etmeliyiz. Vaftiz edilmeye ne kadar açız.. Bizim onların aklını, sanatını vb takdir ettiğimiz durumlarda, adamların tepkisizliğini ise mânâlandırmakta zorlanırız. Sanki bize bir yerde, “rollerin karıştırılmaması” gerektiğini îmâ eden boş bakışlardır bunlar..

Kültürel târihler, diller aracılığı ile önyargıları nesillerden nesillere taşır. Bu kireçlenmiş yargılar bâzen uyku modunda olabilir. Ama yanılıp yok olduklarını düşünmeyelim. İlk fırsatta açığa çıkacaklardır. Anti-semitizm Avrupa’nın önyargısıdır. Şu aralar uyuyor ve en az onun kadar kemikleşmiş İslâm ve Türk düşmanlığı ile idâre ediyor.

Husûmet, önyargıların jiletleşmiş hâlidir. Bunlar sonradan olmaz. Derin kökleri vardır. Bunu şunun için yazıyorum. Bâzıları “algı yönetimi” diye içi boş bir mühendisliğin peşinde. Sanki insan zihni bir “tabula rasa”.. Gâliba bilgisayarlarla fazla haşır neşir olmanın bir yan etkisi bu.. İnsan zihnini de istediğimiz gibi resetleyip, ona istediğimiz formatı atabileceğimizi zannediyoruz. Kamuoyu oluşturmak mânâsız bir iddiadır. Kamuoyları zâten katman katman oluşmuştur, oluşacağı kadar. Açığa çıkmayı bekleyen bir oluşumlardır bunlar. Bunun mühendisliğindeki başarı, oluşanı baştan bilmek ve onu açığa çıkaracak kavramları veyâ sembolleri bulup harekete geçirmektir. Onların oynadıkları oyun bu. Tabiî ki biz de oyunu oynayacağızdır. Türkiye’yi hedefleyen propaganda saldırılarını göğüsleyeceğiz. Ama büyük şeyler beklemeden; yapılacak başka, çok daha esaslı işler olduğunu unutmadan…