Süleyman Seyfi Öğün: Yokluk ve yoksunluk

Süleyman Seyfi Öğün: Yokluk ve yoksunluk

Bolivya’da beklenen darbe gerçekleşti. Evo Morales halk destekli bir askerî darbe ile devrildi. Taşlar da yerine oturdu.

Irak'taki hükümet karşıtı gösteriler devam ediyor: Protestocular…
Keçileri otlatırken tarihi hamam ve kilise kalıntıları buldu
أردوغان: سنتولى تطهير منطقة الحدود بأنفسنا إذا لم ينسحب منها…

Bolivya’da beklenen darbe gerçekleşti. Evo Morales halk destekli bir askerî darbe ile devrildi. Taşlar da yerine oturdu. Tam bir yerli olan; seçildiği ilk günden beri günlük kıyafetlerini değiştirmeyen, belki de görünümüyle “Kara Latin Amerikalı” kitleleri bire bir temsil eden Morales’in yerini, tam bir Batılı görünüme sâhip; belki de “Beyaz Lâtin Amerikalı”ları temsil eden “şık” bir kadın olan Jeanine Anez aldı.

Lâtin Amerika, herkesin bildiği gibi sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin kol gezdiği, üzerinde büyük ve kültürel olarak hayli karmaşık kitlelerin yaşadığı bir coğrafya. Tabiî zenginlikleri göz kamaştırıcı. Bu sebeple sömürgeciliğin her dâim iştihasını kabartıyor. Lâtin Amerika dâima müdahalelere açık bir coğrafya olma niteliğini koruyor. İstikrarsızlıklar, fakirlik, uyuşturucu ticâreti, darbeler bu olağanüstü coğrafyanın âdeta kaderi.

Lâtin Amerika aynı zamanda derin kökleri olan bir protesto, isyan târihinin de yaşandığı bir coğrafya. Bu târihin popülist temelde, sosyal katoliklik, kurtuluşçuluk, sosyalist ideolojilerin harmanlanmasından doğan çeşitli ideolojik renkleri mevcût. Bunun da sayısız doktora tezini ve araştırmayı iştahlandıran ve coşturan bir tesiri var. Ama Lâtin Amerika’nın efsânevi lideri Simon Bolivar ile birlikte anılan Bolivarizm bu renkleri uyumlulaştırıyor ve bir paratoner gibi çekiyor. Komünist olarak bilinen Che Guevera bile nihâî tahlilde bir Bolivarist olduğunu reddetmiyordu. Bolivarizm; anti-kolonyalist, anti-emperyalist, dindârâne, milliyetçi tekmil duyguları birleştiren bir şekillenme olarak işliyor. Castro, Allende, Ortega, Chavez, Mujica, Lula ve Morales’in ortak ideolojik paydası Bolivarizm’den dışında bir şey değil.

Bolivarist popülist hareketler fakir kitleleri motive ediyor. İktidâra geldiğinde “aşağıdan” yana sosyal siyâsetleri hayâta geçirmek için gayret gösteriyor. Bir hayli başarılı örüntüleri de mevcut. Buna mukâbil, sömürgecilikle ve emperyalizm ile işbirliği içinde olan; kilise ortodoksisinden, ve liberâl değerlerden beslenen yüksek orta ve zengin sınıfların muhafazakâr tepkileri tesirli olabiliyor. Çıkarları zedelendiğinde, fesatçı siyâsetlerle Bolivaristleri devirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Askerî darbeler bunun en bildik âleti olarak çalışıyor. Evvelden bu tek yol olarak görülürdü. Ama dünyâ kamuoyunda, işkence, katliam vb. metodlarla anılan bu müdahaleler zaman içinde meşrûluğunu kaybetti. Yeni metodlar geliştirildi. Bunun başında da, sıkı bir ambargo uygulamak, ekonomileri felç etmek, yaygın bir hoşnutsuzluk doğurmak ve son perdede, bir halk hareketiyle gelen rakiplerini devirmek için “alternatif halk hareketleri” oluşturmak geliyor. Ordular artık eskisi kadar ön plânda değil. Tamâmen çekilmiş de değiller. Uzaktan dişlerini gösteriyorlar. Ama öncelik, anti-bolivarist “halk” hareketlerinde. Bu tarz hareketler olgunlaştığı nispette, ordular onun tamamlayıcısı olarak sahneye çıkıyorlar. Böylece “halkın ordusu” olma rolünü oynayarak meşruluk kaybına uğramaktan kurtuluyorlar. Kanaatimce en mühim kırılma da burada ortaya çıkıyor. Alternatif halk hareketlerinin sâiklerini anlamak çok mühim görünüyor.

Kitlesel hareketlere istikâmet kazandıran çeşitli sâikler olduğu bilinir. Bu sâikler tek bir tipe indirgenemez. İşleyişi de mekanik olmaktan bir hayli uzak. Bolivarist hareketleri var eden sâikler, evet, kitlesel fakirliğin doğurduğu sâiklerdir. Bunlara yokluk ve yoksulluk hikâyeleri de denilebilir. Bunun siyâsal mekaniği de genel oy hakkı kazanımı üzerinden büyük bir farkla Bolivaristlerin iktidâra gelmesi olarak değerlendirilebilir. Bu sâik ve onun mekaniğini doğru çıkaran bir hayli örüntünün de mevcût olduğunu söyleyebiliriz. Ama sürecin diyalektik başka bir boyutu da ihmâl edilmemelidir. Eşitliğe adanmış, hattâ kendi içinde bir hayli başarılı neticeler elde etmiş olan sosyal siyâsetlerin siyâsal geri dönüşümü, tâlisiz olarak desteklerin sürmesi hattâ artması şeklinde tecelli etmiyor. Evo Morales’in bu hususlardaki karnesi bir hayli parlak. Tatbik ettiği siyâsetler, rakamlar da doğruluyor ki, Bolivya’daki eşitsizlik makasını bir hayli kapattı. Mekanik olarak bakılacak olursa, Morales’in ardındaki kitlesel desteğin büyümesini ve alternatiflere nefes aldırmamasını beklemek gerekiyor. Ama öyle olmuyor. Tam tersi bir tablo gelişiyor. Bu tablonun gelişmesinde tesirli olan sâik “yoksunluk” duygusu. Yoksunluk duygusu ile yokluk duygusu çatışmıyor. Tam tersine, yoksunluk duygusu, yokluk duygusunun içinden geliyor; onun azalmasının fonksiyonu olarak temâyüz ediyor. Beklentileri, talepleri yükseltiyor. Beklenti ve taleplerin karşılanmaması ise yokluk hissini, asgarî hayat standartları üzerinden değil sun’i olarak yeniden üretiyor. Hâsılı Morales’in başarıları aynı zamanda onun düşüşünü de hazırladı. Tablo hiç şüphesiz çok trajik. Dünyâ egemenlerinin de elini rahatlatan; hatta alternatif halk hareketlerinin endüstrilerini inşâ etme cüretini onlara kazandıran da bu gelişme. K. Marx, işçi sınıflarına “zincirlerinizden başka kaybedecek bir şeyiniz yok” diye sesleniyordu. Anlaşılıyor ki, köprülerin altından çok sular aktı..