Süleyman Seyfi Öğün: Yurtseverlik

Süleyman Seyfi Öğün: Yurtseverlik

Yurseverlik siyâsal dilin en ilginç kavramlarından birisi olarak gözükür bana. Herkesin; ama aslında hiç

Irak'ta ağır bilanço: Bir buçuk ayda 319 kişi öldü
Gazişehir’de çiftçilere tam destek
Dosya MİT’te

Yurseverlik siyâsal dilin en ilginç kavramlarından birisi olarak gözükür bana. Herkesin; ama aslında hiç kimsenin olan bir kavram. Herkesin kavramıdır; çünkü, sıkıştığında herkes, hattâ en karşıt ideolojiler bile bu kavramı kullanabilir. Alman Nazileri bu kavramı kullanıyorlardı. Milliyetçi-ırkçı olmaları sebebiyle Nazilerin bu kavramı sâhiplenmelerinde yadırgatıcı olan bir şey olamaz. Ama Nazileri yenen Sovyet orduları da kendilerini yurtsever olarak nitelendirmekten geri durmuyordu.

Hattâ bu kavram onlarda, Nazilerde olduğundan daha vurguluydu.

Bu tablo en az iki açıdan tuhaf görünüyor. Komünist ideoloji için “yurtseverlik” nasıl oluyor da bu kadar merkezî ,kapsayıcı bir hâle gelebiliyordu? İdeolojik olarak, milliyetçiliğe içkin ve ona yakışan bir kavram , nasıl oluyordu da, yeryüzündeki sınırları çarpık, aldatıcı bulan ve bütün dünya emekçileri için sınırsız bir dünyâ öngören komünistlerde bu derecede ehemmiyet kazanabiliyordu? Sovyet ordularının propagandistleri; “enternasyonalizm ,nasyonalizmi”; yâni “uluslararasıcılık, ulusçuluğu ezdi” demiyor; “yurtseverlik, milliyetçiliği ve ırkçılığı yendi” diyorlardı. Diğer taraftan, Naziler tarafından vurgulansa da

“heimat” (yurt) birinci derecede mühim değildir. Birincil olarak mühim ve asla vazgeçilmez olan ırk temelindeki “ration”(ulus) idi. Nazilerin gözünde ulusun kurumsallaşması olarak gördükleri devlet bile, ulustan önce gelmezdi.

Milliyetçilikler, elbette genel olarak yurtseverlik duygusunu söylemde kullanırlar. Ama yurt açık bir işgâl altında değilse, yurtseverliği milliyetçiliklerinin merkezî söylemi yapmazlar. Bâzı ikirciklenmeler sebebiyle bunu birinci derecede sâhiplenmekte zorlanırlar. Sebebi de şu olsa gerekir: Evet, yurt, ulusun evidir. Ama her ulus için “ev”in sınırları tartışmalıdır. Mevcut sınırları üzerinden , ulusa ev sâhipiliği yapan coğrafyalar, milliyetçileri çoğu defâ tatmin etmez. Milliyetçilerin nazarında bu sınırlar “yetersizdir”. Ulusun gerçek ve “büyük evi”, içindeki akrabalarla berâber tâlihsiz bir şekilde işgâl altındadır. Milliyetçi duygular, sıklıkla bir sıla, bir gurbet hâlidir. Yurt biraz da uzaktaki evdir.. Mevcût ev’in küçüklüğü , gerçek evin büyüklüğünü ; büyük evin büyüklüğü ise mevcut evin küçüklüğünü düşündürür. Almanların Klein Deutschland ve Gross Deutschland arasında yaptıkları ayırım bunu anlatır. Bizde de Turan büyük evdir. Anadolu , Türk milliyetçilerine hüzün vermiş ; yurdun eksikliğini anlatmıştır. Bu o kadar derin bir psikozdur ki, bazı milliyetçiler, meselâ Anadolucular da olduğu üzere bundan kurtulmak için Turancılıktan bile vazgeçmişlerdir. Ama tuhaftır ki, vatan olarak târif edilen yerde-Anadolu ve Rumeli- ikincisini ilkine aykırı görmüşler, Rumeli-Anadolu sentezi olan Osmanlı’yı bile benimsemekte zorlanmışlar; daha çok Anadolu demek olan Selçuklu geçmişini sâhiplenmişlerdir.

Liberâl ve sosyalistlerin yurtseverlik düşüncesini sahiplenmelerinin daha farklı hikâyeleri vardır. Fransız Devrimcileri için yurt ve yurtseverlik, bugün bizim anladığımız manâda coğrâfî bir çağrışıma pek azıyla karşılık geliyordu. Devrimci fikirlerin Fransa, Fransızlık veyâ Fransızca üzerinden açığa çıkması, Fransız devrimcilerini milliyetçi yapmıyordu. Yurtseverlik; özgürlükçülük ve eşitlikçilik temelinde, egemenliğin yurttaşlara aktarılması gerektiğini imleyen bir mânâya sâhipti. Bunlar neticede evrensel değerlerdi ve özel olarak bir ulusa veya coğrafyayı târif etmiyorlardı. Yaygın bir değerlendirme, milliyetçiliğin târihini Fransız Devrimi ile çakıştırır. Üstünkörü yapılan bu ilişkilendirme hatâlıdır. Tam tersine, milliyetçilik Fransız Devrimi’nin evrenselciliğinin reddidir. Patriotizm (yurtseverlik) kavramını da coğrafyaya bağlamak; ulusun evi hâline dönüştürmek onun işi olmuştur.

Sosyalizm ise başlangıçta yurtseverliği ve milliyetçiliği kesin olarak dışlıyordu. Ama, sosyalist mücadelenin, basit olarak bir ekonomik mücadele olamadığının, bir jeopolitikaya karşılık geldiğinin anlaşılması tabloyu değiştirdi. Bu aslında sosyalist düşüncenin “sınıfsal” olmaktan çıkıp şu veyâ bu oranda “”millileşmesi manâsına geliyordu. Ama bu ideolojik olarak kabûl edilebilir değildi. Sosyalistler tercihlerini, fazlaca “eril “ve vahşi buldukları milliyetçiliği dışlamak; ama “dişil” ve yumuşak buldukları “yurtseverliği” benimsemekten yana yaptılar. Dünyâ jeopolitikasında dezavantajlı olanlar bal gibi milliyetçilik, hattâ yer yer ırkçılık yaptılar. Ama bunu söyleyen çıkınca ona amansızca saldırdılar. Milliyetçi değil, yurtsever olduklarını söylediler…

Hâsılı tuhaf bir kavram, izi sürülmeli…