Taha Kılınç: Hakimov’un nefesi

Taha Kılınç: Hakimov’un nefesi

Hafta içi Barış Pınarı Harekâtı tüm hızıyla devam ederken, Rusya Devlet Başkanı Vladimi

Yabancıya konut satışında 10 ülke için sürpriz adım
Turkey's sectoral confidence goes up in November
Istanbul mulls over fate of iconic fish vendors

Hafta içi Barış Pınarı Harekâtı tüm hızıyla devam ederken, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suudi Arabistan’a önemli bir ziyaret gerçekleştirdi. Suudi Arabistan Kralı Selman’ın 2017’deki tarihî Moskova seyahatine (ilk kez bir Suudi Kralı, Rusya’ya gitmişti) atıf yapan Kremlin Sarayı, Putin’in Riyad temaslarını “iade-i ziyaret” olarak tanımladı. Putin, ilk Suudi Arabistan ziyaretini 2007’de yapmıştı, bu ikincisi oldu. İki ülke arasında devlet başkanı düzeyindeki bire bir temasların bu kadar nadir seyretmesi, 1930’lara kadar uzanan ilginç bir arka plana sahip:

3 Mart 1938’de Suudi Arabistan topraklarında petrolün keşfinden sonra, Suudilerin muazzam bir servetin üzerinde oturduğu ortaya çıkmıştı. Bu durum, elbette -diğer ülkelerle birlikte- Sovyetler Birliği’nin de gözünden kaçmadı. 1938’in eylülünde, Sovyet Dışişleri Bakanlığı’ndan Kral Abdulaziz’e gönderilen mesajda, yaklaşık bir yıldır boş bulunan Cidde Başkonsolosluğu’na atama yapılmak istendiği belirtiliyor, Kral’dan randevu talep ediliyordu. Abdulaziz, Ruslara gönderdiği cevapta, Cidde Başkonsolosu olarak Kerim Hakimov’dan başkasını asla kabul etmeyeceğini bildirdi. Ruslar, Kral’ın ne demek istediğini çok iyi anlamıştı. Bu tavır, “Artık ilişkimiz bitti” anlamına geliyordu. Nitekim, kısa süre içinde Cidde’deki Sovyet misyonu kalıcı olarak kapatıldı, Arabistan’daki bütün Sovyet diplomatlar sınır dışı edildi ve Riyad’la Moskova arasındaki diplomatik münasebetler kesildi.

Kral Abdulaziz’in Sovyetler’e yönelik bu tepkisinin ardında, oldukça trajik bir hikâye gizliydi:

Kerim Abdurraufoviç Hakimov, 1924’te Sovyetler Birliği’nin Cidde Başkonsolosu olarak atanmış Müslüman bir Tatar’dı. Abdulaziz ve ordusu Hicaz’ı ele geçirdikten sonra, 16 Şubat 1926’da Abdulaziz’i bizzat ziyaret eden Hakimov, ülkesi adına dostluk ve saygılarını sunmuştu. Sovyetler Birliği, “Hicaz ve Necd Kralı”nı resmen tanıyan ilk ülkeydi. Arapçayı ana dili gibi konuşan Hakimov’un, aynı zamanda dindar bir Müslüman oluşu, Abdulaziz’in ona kısa sürede güvenmesini sağladı, ikili arasında sıkı bir dostluk meydana geldi.

1932’de Suudi Arabistan bağımsız bir devlet olarak sahneye çıktıktan sonra, Kerim Hakimov, bu defa ülkesinin Riyad’daki büyükelçisi olarak görevlendirildi. Cidde’deki görevi sırasında zaten büyükelçi gibi çalışan Hakimov, şahsî girişimleri ve Kral’la olan dostluğu sayesinde Sovyet vatandaşlarının Arabistan’da ciddi imtiyazlar elde etmesine yardımcı olmuştu. Emir Faysal, 1932’de Moskova’yı ziyaret ettiğinde ona eşlik eden Hakimov, geleceğin Suudi Arabistan kralını Sovyet yönetimine bizzat tanıtmıştı.

Arabistan’daki görevinin yanı sıra, ülkesinin Yemen’le ilişkilerini de koordine eden Hakimov, 1937’nin eylül ayında aniden Moskova’ya çağrıldı. Eşi ve kızı o sırada Moskova’da bulunan Hakimov, davetin rutin bir istişare için olduğunu düşünürken, kendisini birden bire Sibirya’daki bir toplama kampında buldu. Komünist Parti Genel Sekreteri Josef Stalin’in başlattığı cadı avı ona da pençesini uzatmış, “ajanlık” suçlamasıyla yaftalanmasına yol açmıştı. Hakimov, 10 Ocak 1938’de, kendisi gibi onlarca “politik suçlu” ile birlikte kurşuna dizilerek öldürüldü.

Bu sırada, dostu Kerim Hakimov’dan haber almaya çalışan Kral Abdulaziz, Avrupalı diplomatik kaynaklar kanalıyla, Sovyetler Birliği’nde yaşanan kıyımdan haberdar olmuştu. Hakimov’un öldürüldüğü “neredeyse kesin”di. Hem üzülen hem de öfkelenen Kral, “Kerim Hakimov’dan başkasını kabul etmeyeceğini” söylerken, aslında suçunu Moskova’nın yüzüne vuruyordu.

Kral Abdulaziz’in kararıyla 1938’de kopan Suudi Arabistan-Rusya ilişkileri, ancak 1992 yılında, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından onarılabilecek, yine de Hakimov’un tesis ettiği sıcaklığı bir daha bulamayacaktı.

Putin’in Suudilere doğru attığı temkinli ve dikkatli adımların arkasında, işte bu hikâye gizli. Her iki ülke de yavaş yavaş birbirine ısınırken, Riyad ve Moskova, bu yakınlaşma sayesinde yekdiğerinin müttefiklerine ulaşabileceği kanallar bulabileceğini umuyor. Örneğin Putin, Suudilerle İran arasında arabuluculuğa ve “Yemen’e barış getirme misyonu”na soyunursa şaşırmamalı.

Rusya’nın Ortadoğu’daki uzun vadeli menfaatlerini koruma adına çok boyutlu bir siyaset izleyen Putin’le, ABD Başkanı Donald Trump’un gülünç patavatsızlığını ve yaka silktiren tutarsızlıklarını kıyasladığımızda, ortaya çıkan tablonun Moskova açısından açık bir başarı olduğu su götürmez bir gerçek. Önceki gün Ankara’da varılan Suriye mutabakatının da, Trump’ın hanesine bir eksi çentiği olarak atıldığını buna eklemek gerek.