Ontolojik bir yok oluş felâketi bizimkisi: Başına ne geldiğini bilmeyenler ülkesi. Bir toplumun başına gelebi
Ontolojik bir yok oluş felâketi bizimkisi: Başına ne geldiğini bilmeyenler ülkesi. Bir toplumun başına gelebilecek en büyük yok oluş felâketi, başına ne geldiğini bilememesi.
Bu ülke ilkin ontolojik savrulma yaşadı iki asrı önce, sonra da epistemolojik kopuş’a dönüştü bu.
Epistemolojik kopuş, epistemik kölelikle sonuçlandı: Batılı emperyalistler tarafından fiilen sömürgeleştirilemeyen bu ülke yerli (!) emperyalist uydular tarafından zihnen sömürgeleştirildi.
Celladına âşık edildi.
Yaşadığımız süreç, bu zihnî / epistemik sömürgeleşmenin ve felçleşmenin zamanla fiilî / ontolojik köleleşmeye dönüşeceğini işaret ediyor…
Kendini, kendini vareden ruh köklerini, tarih yapmasını, dünya tarihinin akışını şekillendirmesini mümkün kılan medeniyet dinamiklerini ve medeniyet inşa etme ruhunu önce yitiren, sonra da inkâr eden bir toplumu bekleyen trajik hatta trajikomik son budur: Zihnen ve fiilen intihara sürüklenmek! Epistemik felçleşme ve ontolojik köleleşme!
PICASSO: “ARTIK SEN ONA BENZEYECEKSİN!”
Hüdainâbit bir toplum olsak, o kadar çıldırtmaz bizim yaşadığımız yokoluş felâketi. Tarihi yapan, dünya tarihini şekillendiren bir kaç aktörden biri olan muazzam bir medeniyetin çocuklarıyız biz: Mirasyediler!
Celladına âşık gulyabaniler!
Garpzedeler!
Büyük bir hazineyi tepe tepe tüketen zavallılar!
Evet aynen böyle… Eksiği var, fazlası yok bu tasvirin. Bu sert fırça darbeleriyle çizilen sürreel tablonun! Dali’nin veya Picasso’nun ürpertici, sürreel tablolarını andırıyor benim çizdiğim yakın tarihimize ilişkin tedirgin edici tablo.
Madem, adı geçti, yeri de geldi demek ki, size tam yerinde Picasso’dan bir anekdot aktarayım. Türk modernleşmesinin, laikleşmesinin, dolayısıyla Kemalizm’inin bu topluma yaşattığı trajedikomedinin bu toplumun nereden nereye sürüklediğini daha iyi göreceksiniz hiç şüpheniz olmadı ki.
Picasso, Gertrude Stein’ın 90 kez resmini yapar. Karşısında model olarak Gertrude Stein vardır. Yapar, siler; yapar siler… Sonunda, 91. kez modelsiz çizer.
Gertrude Stein, modelsiz çizilen tabloyu görünce, “benzememiş bana!” der.
Picasso’nun cevabı klastır: ARTIK SEN ONA BENZEYECEKSİN!
Picasso, bizim yaşadığımız sürreel yıkımı anlatıyor sanki, öyle değil mi!
Bundan güzel anlatılamazdı bizim yaşadığımız bizi ontolojik yok oluş felâketinin eşiğine sürükleyen iki asırlık epistemik kölelik!
“İSTİKBAL KÖKLERDEDİR”, İSTİKLAL GÖKLERDE!
Terra incognita, keşfedilmemiş kıta, demek. Anadolu’nun ruhu, yitirilmiş bir ufuk. Oysa keşfedilmeyi bekleyen, keşfedildiğinde insanlığı yeniden kendine getirecek büyük hazine, Umut kaynağı, yol haritası. Hem bizim için hem insanlık için.
“İstikbal köklerdedir”, istiklal göklerde!
Avrupa böyle kendine geldi, Greklere, iki bin yıl öncesine, ruhköklerine gitti, üstelik de bizim üzerimizden gerçekleştirdi bu kendini keşif yolculuğunu ve tarihin akışını değiştirdi.
Bizim keşfedilmeyi bekleyen köklerimiz Anadolu ruhu’nda, bu ruhu kuran aziz mayada ve leziz kaynakta gizli. Bu maya, tekkeyle / tasavvufla karıldı, medreseyle / fıkıh’la, fikirle, ruha kavuştu: Nizamiye medreselerinden sözediyorum aslında.
Anadolu’yu, Balkanlar’ı, Kafkaslar’ı, Orta Asya’yı, Arap dünyasını sulayan, bekleyip büyüten, kendine getiren Nizamiye medresesi devriminden…
Selçuklu’yu kanatlandıran bu ruh oldu.
Osmanlı’yı bütün Müslümanların umudu, insanlığın umudu ve son adası yapan ruh, fikirle zikri, fıkıhla fiziği, sanatla cebiri buluşturan ruh.
Medrese, belki de, tarihteki en zorlu, en kötü, en çökmüş dönemini yaşıyor ama bu ruh, ölmedi, yaşıyor bütün Anadolu coğrafyasında.
Ölü olan biziz, bizleriz.
Keşfedilmeyi, diriltilmeyi, ayağa kaldırılmayı bekliyor bu ruh.
Bir kaç haftadır, Sivas, Kayseri ve Konya hattında bu ruhun izlerini sürüyorum.
Keşfedilmemiş kıtanın meyvelerinden devşirdiklerimi yarınki yazıda sizlerle paylaşacağım nasipse…