Trump 13 Kasım’ı özel bir mesaj vermek için mi seçti?

Trump 13 Kasım’ı özel bir mesaj vermek için mi seçti?

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, geçtiğimiz günlerde Kanal 7’de yaptığ

ترامب: الديمقراطيون غادروا اجتماع سوريا وهم في قمة الغضب
Haluk Bilginer’e Emmy Ödülü
إيران: الهجوم على الناقلة الإيرانية نفذته دولة وسنرد عليها

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, geçtiğimiz günlerde Kanal 7’de yaptığımız programda, ABD Başkanı Trump’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı mitinglere ilgi gösterdiğini söylemişti.

Daha doğrusu, Erdoğan’ın bu kadar büyük kalabalıkları nasıl topladığını merak ediyormuş.

Trump’ın niye böyle bir merak içinde olduğunu anlayabiliyoruz çünkü kendisi de aynı kalabalıkları kendi ülkesinde toplamak, coşkulu mitingler yapmak istiyor.

2020 seçim kampanyasına giderken daha büyük salonlarda, daha büyük kalabalıklara hitap etme çabasında olduğu, yaptığı birkaç seçim gezisiyle kendisini göstermişti.

Kalabalıklara karıştığı bazı ortamlarda (örneğin DEAŞ liderinin öldürülmesi sonrası bunun büyük bir teveccühe neden olacağı umuduyla gittiği bir beyzbol maçında) istediği karşılığı bulamamış olsa da, Trump’ın ‘Amerikan ulusalcılığı’ damarını harekete geçirmek için ısrarcı olacağını tahmin edebiliriz.

TRUMP ERDOĞAN’IN HİKÂYESİNDEN İLHAM MI ALIYOR?

Trump, Erdoğan’ın hikâyesini kendisi için bir tür ‘rol model’ olarak görüyor olmalı.

Sadece mitinglerde o kalabalıkları nasıl topladığını merak etmiyor.

Aynı zamanda Erdoğan’ın Türkiye’de verdiği mücadele ile kurulu düzenin ‘ağababalarını’ nasıl püskürttüğünü de anlamaya çalışıyor.

Bu noktada, ikili ilişkilere ‘arka kanal’ trafiğini kullanarak katkı sağlayan bir işadamına Trump’ın sorduğu soruyu hatırlatmak isterim:

“Söyler misin, Erdoğan ülkesindeki oligarkları nasıl yenilgiye uğrattı?”

Bu soru önemli. Zira Trump’ın kendi mücadelesini verirken, Erdoğan’ın hikâyesinden ilham aldığına işaret ediyor.

ABD Başkanı, Erdoğan’ın ülkesindeki oligarkları nasıl yenilgiye uğrattığını merak ediyorsa eğer, demek ki, bunu kendi ülkesinde yapabilmenin yollarını arıyor diye düşünmez misiniz?

Burası böyle ise eğer, meselemiz üzerinde titizlikle durmayı daha bir hak eder hale geliyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 13 Kasım’da yapacağı Washington ziyaretine, Barış Pınarı Harekâtı’nın başladığı günlerde iki lider arasında yapılan bir telefon görüşmesinde karar verilmişti.

Devamında ABD Kongresi’nin, sanki bu ziyareti sabote etmek istercesine, Ermeni soykırım iddialarıyla ilgili bir tasarıyı, Türkiye’ye yaptırım uygulanmasını öngören ikinci bir tasarıyla birlikte geçirmesi, doğal olarak Ankara’da tepki topladı.

Erdoğan, “Soru işaretleri oluştu” dedi.

Ziyaretin olup olmayacağı sorusunun yüzde 50/50’lik bir ihtimale dönüştüğü sırada, Çarşamba akşamı yapılan telefon görüşmesiyle sorun aşıldı, ziyaret kesinleşmiş oldu.

Trump 13 Kasım’da Erdoğan’ı Beyaz Saray’da ağırlama işine gerçekten önem veriyor olmalıydı ki, Cumhurbaşkanı’nın zihninde oluşan soru işaretlerini de gidermiş oldu.

13 KASIM’DA WASHİNGTON’DA ÖNEMLİ BİR BAŞKA ŞEY DAHA VAR

Niye 13 Kasım diye bir soru sorsak bunun ilgi çekici bir yanıtı olur mu acaba?

Normal şartlarda, böyle bir iş gezisinin hangi güne denk geldiğini sormak abesle iştigalden öteye geçmez.

Ama burada benim dikkat çekici bulduğum bir bilgi var.

13 Kasım, Erdoğan’ın Beyaz Saray’da ağırlanacağı gün olması dışında, Trump’ın azil soruşturmasının halka açık oturumlarının başlayacağı gün olma özelliği taşıyor.

Bu durumda insanın aklına ister istemez şöyle bir soru geliyor:

Acaba Trump, ülkesinde mücadele verdiği kurulu düzenin ‘kodamanlarına’ karşı Erdoğan’ı öyle bir günde Beyaz Saray’da ağırlayarak bir mesaj vermek istiyor olabilir mi?

Amerikan Kongresi’nde Türkiye’ye karşı nasıl bir atmosferin olduğunu, Temsilciler Meclisi’nden çıkan iki ayrı kararda verilen kabul ve ret oylarının sayısından anlayabiliyoruz.

Bu, şu demek oluyor:

Ellerinden gelse Türkiye’yi bir kaşık suda boğmak istiyorlar.

Tablo böyle iken, bugüne kadar yapılan görüşmelerde Trump’ın Kongre’deki bu atmosferi Erdoğan’a karşı bir koz olarak kullandığına dair bir done mevcut değil.

Sanki durum tam tersi.

Sanki Trump, Erdoğan ile olan yakınlığını herkesin gözünün içine sokarak, bu yakınlığı ABD Kongresi’ne ve kurulu sistemin adamlarına karşı kullanıyor gibi.

İki temel konuda, ne S-400 meselesinde, ne de Kuzey Suriye bahsinde Trump’ın Erdoğan’la yaptığı görüşmelerde “Bak üzerimde çok ağır baskılar var, vazgeç bu işten” türü cümleler kurduğuna dair bir bilgi mevcut değil.

Aksine, S-400 konusunda açıkça Türkiye’nin tezlerini savundu, Barış Pınarı Harekâtı’na da, Washington’daki gürültülü atmosferi kendi aleyhine tetikleyecek şekilde yeşil ışık yakmış oldu.

Bana öyle geliyor ki Trump, Türkiye Cumhurbaşkanı ile yakın olma refleksini, içeride Amerikan kurumlarının direncini kırmak için bir araç olarak kullanıyor.

Böyle bir tezi kanaat olarak serdetmek fazla oluyorsa, en azından acaba öyle mi diye sormuş olalım.

Çünkü böyle bir tezin soru olarak akılda tutulması bile büyük kıymet arz ediyor.