Türkiye dünya düzenini demokratikleşmeye zorluyor

Türkiye dünya düzenini demokratikleşmeye zorluyor

Barış Pınarı Operasyonuyla birlikte Türkiye sadece kendisine yönelik fiili bir tehdidi bertaraf etmekle kalmadı, ay

الخارجية الليبية: قرار طرد سفيرنا لدى اليونان “غير مقبول”
UN satisfied with Syrian constitution meetings
Ali Kemal Yazıcı: Trabzonspor artık yarışta

Barış Pınarı Operasyonuyla birlikte Türkiye sadece kendisine yönelik fiili bir tehdidi bertaraf etmekle kalmadı, aynı zamanda dünyada uzun zamandır fiilen yürürlükte olan bir statükonun bütün dengelerini de altüst etti. Malum, resmi veya görünür söylemi başka, fiili pratiği başka olan bir statükoydu bu.

En iyi ifadesini İsrailli bir yetkilinin yaptığı bu statüko 60 yıldır bölgenin bütün kaderini İsrail’in uzun vadeli stratejilerinin hizmetine sokmuştu.

Görünürde ABD terörle mücadele ediyordu, bölgeye demokrasi getiriyordu, kendisine yönelik tehditleri bertaraf etmeye çalışıyordu, tehdit 11 Eylül saldırılarıyla birlikte bütün dünya kamuoyu nezdinde ABD’ye ne yapsa haklı görüleceği güçlü bir mazeret veriyordu.

Bu güçlü mazeretle Afganistan’ı işgal etti, bir de “Saddam’ın kitle imha silahları var” diyerek Irak’ı işgal etti. Bitmek bilmeyen bu mazeretin peşine takılan ABD’nin bölgedeki bütün müdahalelerin sonucunda eline ne geçmiş olduğunun muhasebesini ABD adına yapan bir akıllı çıkmadı şimdiye kadar.

Baştan beri diyoruz ki, ABD’nin gücünün gösterisi olarak görülen bütün bu müdahalelerin ABD’nin gücünü ve iktidarını tüketmekten başka bir sonucu yoktur, olmayacaktır. ABD’nin Irak’ın işgaliyle eline geçen bir şey yok, 5000 insan kaybı ve onu güçlü kılan bütün değerlerine veda etmekten başa. Ortadoğu’da bütün bu müdahaleleriyle insanların nefrette ittifak ettikleri bir ülke haline geldi.

Gücü göstermenin ya korku salarak insanları itaat ettirmek veya doğru yer ve zamanda olması halinde saygı uyandırarak iktidarını pekiştirmek gibi bir sonucu olabilir. Bugün ABD’nin göstere göstere tükettiği gücünün Ortadoğu’da artık ne korku salmak ne de saygı uyandırmak gibi bir etkisi oluyor. Çünkü ABD Ortadoğu’da neden bulunduğunun muhasebesini kendi çıkarları açısından yapabilmiş değildir şu ana kadar. Buradaki bütün varlığı İsrail’in varlığına adanmıştır.

Son zamanlarda ABD yöneticileri arasında bunu en iyi gören de tuhaf bir biçimde Başkan Trump olmuştur. Onun katışıksız rasyonalizmi ve pragmatizmi, Bütün Ortadoğu politikalarını ABD’nin gerçek çıkarları açısından değerlendirmeye daha fazla yaklaşıyor. O yüzden geçtiğimiz günlerde çok açık bir biçimde bu sorgulamayı basın önünde yaptı ve ülkesinin Ortadoğu’da şimdiye kadarki bütün varlığının ABD’ye zarardan başka bir şey getirmediğini itiraf etti.

Bu itirafı yapabilmek kolay değildir, ama ABD için bu itirafın açtığı yoldan gitmekten ve gücünü öbür türlü restore etmekten başka bir yol yok.

Türkiye aslında Barış operasyonuyla birlikte başta ABD olmak üzere herkese kendi konumunu yeniden gözden geçirme fırsatı sundu.

Operasyonun ve ardından gelen diplomatik adımların ortaya koyduğu tabloda Türkiye dünyanın demokratikleşmesi yolunda kimsenin oynamadığı kadar önemli bir rol üstlenmiş olduğunu gösteriyor. Türkiye resmi söylemlerle fiili politikaları tutarlı olmaya zorluyor. NATO’yu kendisine yazdığı “hepimiz birimiz” kuralına çekiyor. Bir ülkeye yönelik bir tehdidin diğer üyelerce de algılanmasını gerektiriyor bu kural. Türkiye’yi tehdit eden terör örgütüyle müttefik gibi davranmazlar. Bunu bilmeliler, bilecekler.

Türkiye onları bu ilişkinin hiçbir ahlaka sığmadığını bilmeye zorluyor. Bunu yıllarca anlattı, anlamadılar ama fiilen o da kendi gücünü göstermesi daha ikna edici oldu. Yoksa Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yıllardır bu dünyanın çelişkilerini, adaletsizliğini ve ikiyüzlülüğünü “dünya beşten büyüktür” başlığı altında anlatmaya çalışıyor. Birilerinin bu başlık altında birşeyler anlayabilmesi için bir güç görmesi gerekiyormuş.

Türkiye’ye karşı fiilen gerçekleştirilmiş ve yüzlerce insanın ölümüne yol açmış tonlarca terör eyleminin faili, azmettiricisi, yönlendiricisi olarak kırmızı bültenle aranmakta olan bir teröristi ABD yetkilileri “General” diyerek taltif ediyor, Rus yetkililer muhatap alıp görüşüyor.

Bütün özgeçmişiyle PKK’nın önde gelen elemanlarından biri olarak Mazlum kod adlı teröristin PYD-YPG’nin temsilcisi olarak muhatap alınması, PYD ve PKK arasındaki ilişkiyi anlamazdan gelenler için en çarpıcı gerçeği de ortaya koyuyor aslında.

Bu sapık ilişki NATO’da veya başka mahfillerde müttefiklerimizin normali haline gelmiş. Bu olacak şey değil ama olagelmiş.

Türkiye’nin öncesiyle ve sonrasıyla birlikte kararlı bir biçimde takip ettiği Barış Pınarı Operasyonu bu normalleşmiş ilişkinin sapıklığını da herkesin en açık şekilde görmesini sağlamıştır. Kimse kolayca savunamayacağı bu tür sapık ilişkilerin içine giremeyecektir artık.

Neresinden bakarsanız bütün bu olanlar, Türkiye’nin dünya düzeninin daha fazla demokratikleşmesine, meşruiyet çizgisinin daha fazla güçlenmesine ciddi bir katkısını gösteriyor.