Türkiye tecrübesi faiz-enflasyon ilişkisini yeniden yazıyor

Türkiye tecrübesi faiz-enflasyon ilişkisini yeniden yazıyor

Merkez Bankası üç ay içinde üç ayrı kararla toplamda yüzde onluk bir faiz indirimine gitmiş oldu. 2

نيابة باريس تفتح تحقيقاً في إصابة مصور “الأناضول”
'العدالة والتنمية' التركي لماكرون: ماذا تفعل في إفريقيا دون غطاء أممي؟
مدير تحرير موقع 'ميدل إيست آي': لهذا السبب أسكتوا خاشقجي

Merkez Bankası üç ay içinde üç ayrı kararla toplamda yüzde onluk bir faiz indirimine gitmiş oldu. 25 Temmuz’a kadar yüzde 24 seviyesinde olan politika faizleri şimdi yüzde 14 seviyesine gerilemiş durumda. Buna mukabil, bu faiz indiriminin piyasaları çok olumsuz etkileyeceği, enflasyonun yükseleceği, Türk Lirası’nın hızla değer kaybedeceğine dair artık ezbere dönüşmüş uyarıların bir karşılığının olmadığı ortaya çıktı. Faiz hızla düştü, ama dolarda bir kıpırdama olmadığı gibi enflasyon da yükseleceğine daha da düştü.

Bu durumda yıllardır yüzde 24 seviyesindeki bir faizde ısrar edenlerin kime hizmet ediyor olduğunu, ekonomide alabildiğine teknik, bilimsel süslü açıklamalarla bizi kimler adına kandırmakta olduklarını bu vesileyle güçlü bir biçimde sorgulamak gerekmiyor mu?

Cumhurbaşkanı Erdoğan yıllardır enflasyon ile faiz arasındaki nedensellik konusunda hegemon iktisat anlayışıyla çatışıyor. “Faiz enflasyonun çaresi değil nedenidir. Enflasyonu indirmek için faizleri yükseltmek her zaman tam tersi bir etki yapmaktadır. Bunu olayları izleyen en basit bir akıl sahibi bile görebilirken iktisatçılar neden görmezler?” diye soruyordu.

Neden görmedikleri aslında açıktı. Türkiye’de paradan para kazanmaya alışmış kesimler herkesin gözünü bu süslü bilimsel-teknik açıklamalarla boyayarak Türkiye’ye en büyük sabotajı yapmaktaydılar.

İşin ilginç tarafı tam da faizleri belirlemekten sorumlu ekonomi birimi, özerk olması beklenen Merkez Bankası’na bağlıdır. Bu birime baskı yapılamaz, talimat verilemez. Ama bu birimin uyguladığı politikalar, seçimle işbaşına gelmiş ve halka hesap verecek olan politikacıların hiç müdahil olamadığı çok geniş bir alan oluşturuyor. Politikanın can damarı böylece tamamen politika dışı bırakılıyor ve üstelik bu alanda bal gibi politikalar uygulanarak hiç bir şey üretmeyen birilerinin paradan para kazanması bir dokunulmazlık zırhına kavuşturularak temin edilmiş oluyordu.

Yüksek faizlerin ekonomide yatırımların düşmanı olduğu, dolayısıyla işsizliğin en önemli sebeplerinden birisi olduğu malum. Paradan para kazanmanın bu kadar cazip olduğu bir piyasada kimse başını ağrıtıp yatırım yapmaz. Yapmak isteyenlerse önlerine çıkan finansman açığını kapatmak üzere yüksek faizli kredi borcunun altına girmeyi göze almazlar. Zaten bu yüklerin altına girmeyi göze alanları kısa süre içinde faiz borçları altında ezilmekten başka bir sonuç beklemiyor.

En basit gerçek tam olarak buyken, Merkez Bankası yönetim kadrosunu değiştirmesi üzerinden bile Erdoğan hakkında istibdat edebiyatından geri durulmadı. Aslında sadece şu üç ay içinde olanlar bile bu söylemlerin nasıl bir talanı örtbas ettiğini ortaya koyuyor. Mevzu sadece talan değil tabii. Bir de büyümeye endekslenmiş Türkiye’nin önünü açıkça kesmeye ayarlanmış açık bir ihanet var ortada ve bu da yeni bir şey değil.

Aslında Erdoğan’ın daha verimli bir büyüme ve istihdam için baştan beri uyguladığı politikaların en yüksek başarı düzeyini kaydettiği tarih 2013 Mayıs’ıdır. Faiz oranlarının Cumhuriyet tarihinde ilk defa yüzde 5’in altını görmesi sözkonusuydu. IMF’ye borcun son taksidinin de ödenmiş olduğu o tarihte bir anda Gezi hadiseleri başlamış ve Türkiye o tarihten itibaren ardı sıra ekonomiye olumsuz etki eden malum rüzgarlara yakalanmıştı.

O tarihte Erdoğan’ın dilinden bütün bu faaliyetlerin faili olarak “faiz lobisi” ifadesi düşmüyordu. Türkiye ve dünya solu ne kadar kutsal bir anlam atfederse atfetsin Gezi hadiselerini Türkiye’nin ve dünyanın en acımasız en ahlaksız kan emici finans kapitalistleri destekliyorlardı. Üstelik öyle gizli kapaklı da değil, alenen, açık açık, kendilerine atfedilen “çapulcu” kisvesini yüzsüzce takınmaktan da geri durmadan.

Tabii bundan daha ibret verici olan, Türkiye’de kendine solcu diyenlerin bu failleri göre göre olayları üstlenmeye devam etmeleri, kastıkları derin analizlerle kendilerine ve eylemlerine solcu demeye devam etmeleriydi.

Oysa tablo bugün biraz daha net. Gezi hadiseleriyle birlikte Türkiye bir faiz cenderesine tekrar yakalandı. Daha fazla insan işsiz kaldı. Daha fazla finans kapitalisti Türkiye’de istihdamın önünü kapatacak şekilde haksız yere paradan para kazandı, insanları sömürdü, aç bıraktı, toplumsal güven aşındı. Bu arada sol atanamamış devrimci halleriyle Geziye güzellemelerine devam etti.

Erdoğan’ın faiz ve enflasyon arasındaki nedensellik tezi, ekonomi yönetimlerine ders olacak şekilde tekrar denenmiş ev kanıtlanmış durumdadır.

Şimdi tekrar yüzde 14 seviyesine indirilmiş olan faizle birlikte durumun restorasyonuna iyice yaklaşılmış oluyor, ama hala o seviyeyi yakalamış değiliz.

Ancak artık kanıtlanmış bu tezle birlikte geleceği daha iyi ve daha güvenle öngörebiliriz. Türkiye yatırım için şimdi çok daha elverişli, çok daha güvenli bir ülke.