Türkiye, Yunanistan ve Libya

Türkiye’nin Libya ile deniz yetki alanlarının sınırlandırılması mutabakatının ardından Ak

Altay-Trabzonspor
3 banka daha taşıt kredisi kampanyasına katıldı
Albania gets 1st aid from Turkey after deadly quake

Türkiye’nin Libya ile deniz yetki alanlarının sınırlandırılması mutabakatının ardından Akdeniz’de dengeler değişti. Bölge ülkeleri arasında uzun zamandan beri Türkiye’ye karşı sürdürülen gizli işbirlikleri açığa çıktı. Kendi aralarında sessizce yaptıkları anlaşmalar, yenden masaya yatırıldı. Yunanistan İsrail, Güney Kıbrıs ve Mısır’ın Türkiye’yi Antalya açıklarına hapsetme planı büyük ölçüde devre dışı kaldı. Bu telaşla Yunanistan Dışişleri Bakanı Nios Dendias hızlı bir şekilde BM’nin -göz kırpsa da- tanımadığı Hafter’; ardından yine şöhreti malum olan Sisi ile buluşarak yeni arayışlara girdi. İşin uluslararası ilişkiler boyutu bir tarafa; tarih boyunca demokrasinin çıkış noktası kabul edilen ve bunun meyvesini sürekli devşiren Yunanistan’ın, Türkiye’ye karşı bölgenin en azılı iki diktatörüyle işbirliği yapmasının ironisi dikkatlerden kaçmamaktadır.

Ama bu yaklaşım yeni değildir. Rumlar asırlarca Osmanlı idaresinde kaldıktan sonra, Rusya ve Batı’nın himayesinde Yunanistan’ı kurduklarında da mağduriyet edebiyatı ve şımarıklıkla sürekli Anadolu aleyhinde gelişme göstermişlerdir. Şimdi de Kuzey Afrika’yı tasarımlamak peşindedirler.

Kuzey Afrika’da asırlar süren Osmanlı Barışı’nın üç Mağrip ocağından biri Trablus ocağıdır. Bu ocak sayesinde Anadolu, Libya (Trablusgarp-Bingazi) halkı ile kaynaşma imkânı bulmuştur. Akrabalıklar tesis edilmiştir. Siyasi ve sosyal hayat bu yeni akrabalık bağları üzerine kurulmuştur. Yerliler ile yeni gelenlerin Müslüman olmaları kolay kaynaşmalarına imkân tanımıştır. Özellikle Batı Anadolu’dan bölgeye sevk edilen genç Türk denizciler zamanla yerliler ile akrabalıklar kurarak yeni melez bir ırkı meydana getirmişlerdir. Unutamamak gerekir ki; bugün Türkiye’nin en büyük silahlarından birsi de bu kan bağıdır.

Trablusgarp eyaleti, 18. yüzyıldan itibaren bu kan bağını temsil eden Karamanlı ailesinin elinde sadece bir Osmanlı eyaleti değil, aynı zamanda devletin ric’at hattı fonksiyonunu icra etmiştir. Nitekim burası bugün Türkiye için olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğunun da en önemli stratejik ve askeri ayağını oluşturmuştur. Trablusgarp’ın kaybından sonra Akdeniz’de ve Balkanlar’da Osmanlı Devleti’nin uğradığı felaketler bölgenin ne denli önemli olduğunu bir kere daha ortaya koymuştur.

Aslında Trablusgarp’ın stratejik önemi 1897 yılında çok daha net bir şekilde anlaşılmıştır..

14 Şubat 1897 yılında, Albay Timalen Vasos kumandasındaki bir Yunan birliği Yunanistan adına Girit’i işgal eder. Bu hukuksuz işgalin akabinde adanın Yunanistan’a ilhak edildiği ilan edilir. Osmanlı Devleti, durumu protesto ettikten sonra; Girit için savaşı göze alarak fiilen 1897 Türk-Yunan savaşını başlatır. Savaşın Yunanistan aleyhinde gelişmesinden endişelenen Avrupalılar, arabuluculuk bahanesiyle, Osmanlı’ya baskı yaparak savaşı durdururlar. Bu maksatla yapılan İstanbul anlaşması ise soruna çözüm olmadığı gibi Girit’in özerkliğini sağlar ve gelecekte Osmanlı mirası Türkiye’nin Akdeniz’de yaşayacağı problemlerinin de temeli atılır.

Trablusgarp ve Bingazi ile ilişkilendirdiğimiz ve bugünü de tetikleyen olaylar bu tarihten sonra başlar. Girit Müslümanları baskı altına alınır, servetlerine el konulur, canlarına kastedilir. Bu yüzden, Girit’ten zorunlu bir kaçış başlar. Bu kaçış önemli ölçüde İzmir ve Aydın’a doğru yapılır. Canlarını ve namuslarını tehlikede gören adalı Müslüman Türkler Anadolu’ya; imkân bulanlar da Trablusgarp’a sığınırlar.

Acı hatıraları hala dillerde dolaşan bu kaçış ve göç öyküsü sadece bir sosyal hadiseyi değil, aynı zamanda Trablusgarp’ın yani Libya’nın stratejik önemini hatırlatır. Bölgede asla sıcak çatışmaların taraftarı değiliz; lakin tarihten ders alıp geleceğe nasıl bir bölge ve nasıl bir Türkiye bırakacağımıza da karar vermeliyiz.

Sözün özü Libya önemlidir. Dün olduğu gibi, bugün de Türkiye’nin bu konuda alacağı her karar, yarını etkileyecektir.